31 Aralık 2009

özür

Deve kuşu misali kafamı gömüp çıkartmayasım var. ofisteki yılbaşı eğlencesinde aç karna alkol aldım biraz. Sonra ne oldu anlamadım. Bütün gece sevgilim uğraştı benimle. Buradan kendisine teşekkür ediyor ve onu en sevmediği işle başbaşa bıraktığım için özür diliyorum. Ama ben masumum, yemek vermeden içki veren ofisin suçu hepsi, birde alkol zulasını bana açan insanın suçu. Bir de aburcuburla yetinmeyip aç kalan midemin suçu tabi ki.. Utancım çok büyük.

29 Aralık 2009

sadakat aptalı bir köpeğim

biraz önce bir stajyerin en değerli varlığı olan avukatı ayrıldı. ve o stajyer ona hiç veda edemedi, salyası sümüğüne karışamadı, tek bir kelime bile edemedi. kapıdan uğurlayıncaya kadar ve hatta arabaya kadar arkasından gitti, tek kelime edemedi. arabayla tekrar ofisin önünden geçecek diye pencereden ayrılmadı. o avukat bu durumun ne kadar farkında bilinmez ama kendi esprisi gibi, avukatı giden stajyer gömülmeli!

28 Aralık 2009

El Yakan Top

Uzun süredir bloga oyun koyulmuyor. Bunu fark ettim ve mücadeleye ve karşılaştırmalı istatistiğe gereken önemi veren hiperinden bir oyun buldum. Oyunda amaç basket atmak.
Herkes Yaziyor grubunu açtığımdan nickinizle üye olursanız daha verimli bir karşılaştırma ortamı olur.
Buyrun gençler..
Shooting - Herkes Yazıyor

27 Aralık 2009

aman allahım!!!

bu lezzet harikasını henüz denemedim. hatta internette tesadüfen görmem de üzücü utanç verici. en kısa zamanda bu hatayı telafi edecem. eğer ki bunu denemiş olup da bana söylemeyen varsa fena küfür yer onu da söyleyim...

BASIN AÇIKLAMASI

Yönetimsel açıkların kapatılması, bazı yazarların başıboş tavırları ve özellikle bugün dışarıdan bloğumuza ve yazarlarımızın bazılarına yapılan saldırılar sebebiyle; bloğumuzun eski başkanı, ebedi dostum trapano başkan yardımcılığı ve genel yayın yönetmenliği görevlerine getirilmiştir.

Blog ahalisini öperim.

BAŞKAN
Çölde Gezen

Çok Güzel Düşünmüşsün, Aferin

Uzun taç atışı kullanabilen futbolcuların takımlarına haksız avantaj sağladığını düşünüyormuş hiç sevmediğim insan Arsen Wenger. Aferin len ne de güzel düşünmüşsün.

Bir sonraki adımın da "Abanmak yok ulen !" diye bağırmak olacak heralde. Zira onlarda sert şutlar atarak takımlarına avantaj sağlamaktalar. Geri zekalı....

Not: Ulan Arsen'in resimdeki bu hali bana birilerini anımsattı ama çıkaramadım, neyse...

Taklitler Asıllarını Yüceltir

Kuruluşunun üzerinden yaklaşık 8 ay geçen "Herkes Yazıyor" adlı bloğumuz gün geçtikçe daha geniş kitlelere hitap ederken, son gelişmeler göstermiştir ki taklitleri de oluşmaktadır.

Kendini ezilen bir grup olarak göstermeye çalışan, bloğumuzun yazarı olmayı başaramamış bazı kişiler yeni bir oluşum içine girmişlerdir. Bu oluşum elbette ki "Herkes Yazıyor" bloğunu, yazarlarını ve yönetimini ilgilendirmemekte ve herkesin yazma özgürlüğüne saygı duyulmaktadır. Ancak yapılan yersiz suçlamalar, yetersiz açıklamalar, olayları çarptırmalar bloğumuzun yönetiminin bir açıklama yapması gerekliliğini ortaya koymuş durumdadır.

Kamuoyuna duyurulur ki; bahsi geçen oluşum bu karalamaya yönelik iddialarını sürdürürse gerekli görülen işlemler yönetimimiz tarafından yapılacaktır.

Hatta kim bilir belki çoktan bazı çalışmalar başlamıştır ve yeni gün bloğumuza yeni gelişmeler sunacaktır.

Bloğumuzda yazma ayrıcalığını elinde bulunduran tüm yazarlarımızı ve çok değerli izleyicilerimizi öpüyorum. Saygılar...

Yönetim

26 Aralık 2009

(1 - Herkes) x (Herkes)

Tartışmalara yol açacak bir oluşumdan dün haberdar oldum.
İlk bakışta davaları çok haklı gözükmesine rağmen.. "bu şekilde" olmak zorunda olmadığını düşünüyorum. Zira içerisine girdikleri tepkisel tavırlarının "yarısını" burada gösterselerdi hala aramızda olurlardı.
Ayrılma kararına en çok muhalefet eden insanlardan biriydim.. Arkalarından yazılar yazmış; göz yaşları dökmüştüm ancak bu oluşumun varlığını öğrenmem beni derin düşüncelere sevk etti.
Kendi tezlerini zayıflattıklarını düşünüyorum açıkcası.
Tepkisizliklerini savunamam artık.

Gündeme bomba gibi düşecek oluşum için tıklayınız

22 Aralık 2009

özür

insan gençken doğru yoldan sapabilir, deli doludur, yeni şeyler denemek isteyebilir, ellerindekinin hep yeni kaldığını bilemeyebilir. ama mutlaka hatasını anlayacak doğruyu bulacaktır. e bu durumda büyüklerde affetmelidir. bizde hafif mafif diye efe mefe densizlikleri yaptık. ama halil ağabeyi dinleyince hatamızı anladık, aslımıza döndük...



19 Aralık 2009

presse mentali is my posse


eski sponsorlarımızdan Selim Makina aracılığıyla tanıştığım fenerbahçeli dostum Matteo'nun rap müzik grubu Presse Mentali 'nin Türkiye'deki gönüllü elçiliğine soyundum. grubu dinledikten sonra italyancanın rap müziğe pavarottiden daha çok yakıştığını düşünüyorum. tıklanma sayımızın her geçen gün arttığı blogumuzda rap müziğe gönül veren bu insanlara destek olmanızı istiyorum. Grup il dramsta, hemone ve Furis TF adlı üyelerden oluşuyor. myspace ve facebook hesapları olan kişiler bu gelecek vaadeden Presse Mentali 'ye gereken desteği versinler... ayrıca destek olan herkese Presse Mentali is My Posse baskılı tişörtler hediye edilecektir.




18 Aralık 2009

seyyah trapano

9 aralık milano
12 aralık van
12 aralık tatvan
14 aralık konya
15 aralık konya

1hafta içinde yaptığım seyahatleri bir defa da değil de bir yazı dizisi halinde sizlerle paylaşacam. türkünden kürdüne italyanına van kalvaltısından, kahvaltısızlığına, pizzasından etli ekmeğine kadar...

Öyle Ya Da Böyle

Okumakta olduğunuz bu post benim bu başlık altında girdiğim son post olmakta... (Cümlenin sonunu beklemeden sevinç taklaları atmaya başlayanlar veya canına kıymaya çalışanlar büyük bir yanılgının iki ayrı ucunu paylaştıklarını az sonra fark edecekler)... artık "post yolu gözlemeye" veya "her postda bana karşı daha büyük bir nefret beslemeye" son!

Sourberry ve Herkes Yazıyor moderasyonunun (buradan teşekkürlerimi sunuyorum) ortak çalışması sayesinde bir müthiş hizmeti daha sizlere ulaştımanın haklı gururu içerisindeyim. Artık "Rapidshare çalışıyor mu?", "Programı indiriyorum ama bunu gerçekten istiyor muyum?" gibi şüphelerinizle vedalaşabilirsiniz.

Peki nasıl mı olacak? Sağ alt köşede Sourberry player'ın üstünde gördüğünüz Öyle Ya Da Böyle banner'ına "tıkladığınızda" önünüze gelen pencere sayesinde olacak. Açıklayayım:

Kronolojik bir sıra ile dizilmiş programları ve altında bulunan 3,5 kb boyutundaki garip isimli dosyaları görüyor olmalısınız... O anki keyfinize ve arşivci zihniyetinize göre... bu dosyalara "sol" tıklayarak programları hemen dinlemeye başlayabilir (Quicktime gerektirir.) veya "sağ" tıklayıp "Farklı kaydet" diyerek bilgisayarınıza 128 kbps kalitesinde bir mp3 (Vasati 55 mb) olarak indirebilirsiniz. Ne şiş yansın ne kebap olmuyor tabii... Kaliteden biraz feragat etmek durumunda kaldım.

Şu anda 29 Temmuz 2009'dan itibaren yapılmış programlara ulaşabiliyor olmakla birlikte; yakın gelecekte tüm programların "sadece bir tık" uzağınızda sizi bekleyeceğinin müjdesini verebilirim. Playlistleri nasıl paylaşacağıma dair bir şey düşünmedim.. Anlık tepki veriyorum.
Tüm blog ahalisine hayırlı olsun.

Uyarı!
Firefox kullanıcıları pencerenin üstünde bulunan "canlı yer imi" nanesinden uzak dursun. Sizi sonu olmayan dehlizlere sürükleyecektir.

13 Aralık 2009

wassup

şu reklamın niye efsane olduğunu anlamak zor değil. bir kere izledikten sonra tekrar tekrar izleyesiniz geliyor. dukie'nin wassup diyişi süper özellikle. watchin' a game havin' a bud. true.. true.. tembel adamın hali başka güzel.



bu da reklamın 2008 versiyonu. her yönden ağzına sıçılmış bizim elemanların. ama hala bir umut var. umudun kim olduğunu öğrenmek için reklamın sonunu izleyin. tüyo vereyim: umudumuz karaoğlan. şu cümleyle de teşbihle ironiyi harmanlayıp ahenkle dans ettirdim yemin ederim.

12 Aralık 2009

Neden Ulan?!


Çekimlerin yapıldığı stüdyoların havasından mıdır yoksa "yapmazsan yengeni keseriz" dedikleri için midir. Neden herşeyi alkışlar bu stüdyo seyircisi? Acaba oraya gitsem ben de onlar gibi olur muyum? İbrahim Erkal espri yapsa ıslık çalar mıyım, ne bileyim..

10 yaşındaki veletin "Ben kekemeyim" lafından sonra aralıksız 10 saniye alkışlamak ne ulan?


Beyinsiz ibneler...

YÖNETİMDEN AÇIKLAMA

Sevgili blog yazarları ve çok değerli takipçiler;

Bir süredir sesi sedası çıkmayan ve ayın elemanı seçimini bu derece geçe bırakan yönetimin başı olarak öncelikle sizlerden özür dilerim. Ancak çok önemli kişisel işlerimden ötürü bu gecikmenin kaynaklandığını belirtirken bunun geçerli bir mazeret olarak görülmesini rica ederim.

Aralık ayının elemanı yine son derece titiz çalışmalar sonucunda belirlenmiş olup sizlere sunulmuştur. Hepinizin bildiği gibi bu seçim kriterleri gizli olup, seçimler dünyanın bugünkü halini almasını sağlayan ve bugün eğer dünya dönüyorsa kesinlikle sayesinde olduğuna inanmaya başladığım excel ile yapılmaktadır.

Kısaca toparlamak gerekirse; yokluğunda dahi bu derece tıkır tıkır işleyecek bir altyapı oluşturan, kişisel hayatında aldığı akıl almaz başarılar ve blogda kendisine edindiği sarsılmaz yer sebebiyle bu ay ki ayın elemanı ödülü çölde gezen'e verilmiştir. Herkese hayırlı olsun.

Herkesi her zamanki gibi öperken yönetimin el koyması gerektiğini düşündüğünüz konuları bize iletin diyorum.

Low ya da pes müzik


 Duluth, Minnesota'dan üç kişilik müzik: Low, meraklısına tekrar eden ritimler sunuyor. 70 kilometreden hızlı gidemeyen bir arabada,  soğuk gece ve hep gece, bitmeyen beyaz şeritlerin yarattığı ritme göre göz kırpmak için. Çok üzücü, çok kırıcı değil sadece yavaş. Bazen çok yavaş.


Aklım yerinde sayıyor. Çemberler çiziyorum, çömeliyorum ve bir süre sonra ayaklarımı hissetmiyorum. Buğulanmış cama yazı yazıp, gözümün önünde silinen şekillere bakıyorum. Lazy çalıyor, sonra uyurgezerlere Lullaby'ı dinliyorum. Mutfağın tezgahındaki küçük böceğin salınışını izliyorum ve Anon duyuyorum birkaç perde öteden.


Kaç şarkı bu kadar pes olabilir ki? 


Meraklısına; I could live in hope, The curtain hits the cast öneriyorum. O kadar yavaştır ki, bazen yorulursun.   

11 Aralık 2009

kim bunlar?

uzun süren ayrılıktan sonra derin bir analiz yazısıyla geri dönüyorum. eminim bunun blogun dinamizmine pozitif bir etkisi olacaktır. hehehe:) neyse yılışıklığı bırakalım. analiz demişken gelecek 10 yılda toplumumuzun ve dünyanın nasıl şekilleneceğini inceleyen öngörüsel bir analiz yapacağımı sanıyorsanız çok fena yanılıyorsunuz. analizini yapacağım şey sadece şu yukarda gördüğünüz suda balık'ın nerden bulup yapıştırdığını bilmediğim ve her blogu açtığımızda karşılaştığımız resim.

şimdi tiplere bakarsak ilk bakışta bunların türk olmadığını anlayabiliyoruz. evet bizde de böyle bohem gençlik hayatına özenen tipler var ama bu kadar genişliği kaldıracak türk analarının olmadığını biliyoruz. bunlar büyük ihtimalle new york'a okumaya gelmiş ve beraber eve çıkmış 3 arkadaş. kızlar 19, erkek 20 yaşında. soldaki 2 kız detroit,michigan'da çocukluklarından beri tanışan, beraber büyümüş, beraber okula gitmiş, lise boyunca new york'ta beraber üniversite okuma hayalleri kurmuş ve sonunda hayallerini gerçekleştirmiş 2 kız. artık hep o düşündükleri şeyi yapabilir ve nü yorkun altını üstüne getirebilirler. gençler, güzeller (soldaki pek güzel değil ama güzel olduğunu sanıyor) şimdi değil de ne zaman. tabii ki aynı bölümü kazandılar. karşılaştırmalı edebiyat okuyolar ama neyi karşılaştırdıklarını bilmiyoruz, onların da bildiğinden şüpheliyim. ortadaki kızın annesi japon asıllı. ford'da çalışan babası bir iş gezisi sırasında tokyo'da tanışıp vurulmuş ve sonunda evlenmişler. yüzünün hafif asyalı yapısı bundan kaynaklanıyor. diğer kızımız ortalama bir amerikan ailesi çocuğu. şehrin biraz dışında müstakil dubleks evleri var. babası sigortacı, annesi bankada veznedar. eve ekmek giriyo çok şükür. tek çocuk olmasına rağmen pek şımartılmamış, içine kapanık bir hali var. ergenlikten sonra en büyük zevki depresif geçirdiği zamanlar olmuş. güzel olmamasına rağmen sırf bu hali yüzünden yakışıklı erkeklerle çıkmış. fakat hakkını verelim, ikisi de vücuduna iyi bakmış yağlı yiyeceklerden kaçınmış. ortadaki kızımız da güzel ve okul içinde tanınan bir kız olduğu için hiç boş kalmamış. anlayacağınız detroit'te maşallahları varmış ama büyük şehir hevesiyle new yorka sürüklenmişler. ilk 2 ay yurtkurun yurdunda kalmışlar fakat nefret etmişler. hayallerindeki o şaaşalı(şaaşa ne lan) new york bu değilmiş. 11'den sonra yurda girilemiyomuş. kablosuz internet bağlantısı gece 12'den sonra kesiliyomuş. tv'de HBO gibi özel kanalları izleyemiyolarmış. istedikleri gibi eğlenmek, yaşamak için eve çıkmaları gerektiğini düşünüyolarmış. bronx'ta sahibinden, kombili 2+1 güzel bi ev bulmuşlar fakat kirası 2 kişi için fazla gelmiş. eve 3. ararlarken sağda oturan japon elemanla tanışmışlar.

bu japon çocuk da lisede babasının ısrarlarına rağmen sayısalcı olmayıp hobisinin peşinden giderek sinema okumaya karar vermiş. kendi imkanlarıyla birkaç kısa film çekmiş ve bunları takeshi kitano'ya göndermiş. kitano bu filmlere hayran kalmış ve çocuğu görüşmek için çağırmış. görüşmede çocuk kitano'ya new york university'de "film and television" okumak istediğini fakat maddi gücünün yetmediğini söylemiş. kitano da "orasını ben hallederim" demiş ve verdiği bursla çocuğu istediği bölüme göndermiş. eleman kitano'ya 2. babam demeye başlamış. burslu olduğu için üniversite içindeki student residence'a yerleşmiş fakat burdaki lüks hayat ona göre değilmiş. bohem bir hayat yaşıyarak sanatının gelişeceğine inanıyormuş. birgün üniversitedeki bir kokteylde bizim kızlarla tanışmış. kızların sinemaya da merakı olduğundan uzun uzun sohbet etmişler. kızlardan birisinin annesi japon olduğu için farklı bir bağ da oluşmuş aralarında. sonra muhabbet eve çıkma konusuna dönmüş. hepsi istekli olduğundan hemen anlaşmışlar. çocuk oturma odasında kalmaya razı olmuş.

sonunda eşya ve nakliye işini de halledip eve yerleşmişler. ilk işleri duvarlara posterler, afişler, fotoğraflar yapıştırmak, kitapları, cdleri dizmek olmuş. evde raf olmadığı için yerlere dizmişler hep. ayrıca üniversiteye yeni başlayanlarda default olarak ortaya çıkan fotoğraf merakı yüzünden hemen bir fotoğraf makinası almışlar. istedikleri hayatı yaşayacakları eve kavuşmuşlar artık. bol bol kitap okuyacaklar, akşamları oturup sarhoş kafayla felsefik konularda konuşacaklar, güzelim amerikan bağımsızları dururken 10'ar dakikalık sekanslardan oluşan sıkıcı avrupa filmleri izleyecekler, sevgilileriyle özgürce vakit geçirecekler, gece barlarda,sokaklarda kafabidünya gezip sabaha karşı eve dönecekler,küçük kağıtlara notlar alıp evin çeşitli yerlerinde sergileyecekler hatta bununla da kalmayıp duvarlara bile notlar yazıp ilginç şekiller çizecekler. çünkü amaçları o esrarengiz iç dünyalarını başkalarına ifade etmek olacak, fakat bunu yaparken depozitonun içine ettiklerinin farkında olmayacaklar. anasının babasının okusun diye para döktüğü kızlar hiç ders çalışmayıp vakitlerini sanat galerilerinde, film gösterimlerinde, fotoğraf sergilerinde geçirip kimsenin anlamadığı yorumlarda bulunacaklar. erkek olan da üniversiteden ödünç aldığı kamerasıyla mahallede sıradışı çekimler yapacak, izan bilmediği için zencilerden dayak yiyecek ama iş dayakla kaldığı için şükredecek.

evet gelelim şu anki duruma. resimde evdeki sıradan bir günü görüyoruz. oturdukları koltuk oturma odasındaki tek koltuk o yüzden böylesine sıkışık durumdalar. kızlar donla oturacak kadar rahatlar. özgür kızın hali başka yeaaa! burdan erkeğin ibne olabileceği ihtimalini de çıkarabiliriz. depresif kız kitap okurken maksimum şekilde rahatsız olmak için kitabı garip bir şekilde tutmuş durumda. elindeki muhtemelen kişisel gelişim kitabı. yerde yatan köpeğin ve yanındaki kupanın sahibi de kendisi. köpek hayatından pek memnun gözükmüyor, o kupa da hiç elinden düşmüyor her daim bişeyler içiyor. okuduğu kitapları yere alelade atacak kadar da sorumsuz ve saygısız bir insan. merakından rubik küp almış ama muhtemelen beceremediği için onu da bi kenara fırlatmış. diğer kızla oğlan çin yemeği sipariş etmişler. yemeğin üstüne kız televizyonda dizi aramaya çıkmış, zapping yapıyor. çocuk da kızların gitarını almış kendi kendine nota çıkarmaya çalışıyor. türk marşını daha yeni çıkardı sıra "smells like teen spirit"in başında. yerde her an üstüne basıp kırılmaya müsait fotoğraf makinesi var. hangi mantıkla oraya konulduğu bilinmiyor fakat yerdeki dağılmış kağıtlara ve diğer eşyalara bakarsak gösterişli bir dağınıklık sağlanmaya çalışılmış. "şu şekli yapmak için mi aldın o makinayı pezevenk" demek istiyorum burdan sevgili yarı japon kızımıza. ayrıca sehpanın üstündeki ilginç şekiller de yine muhtemelen bu entel gençlerimizin sıradışı iç dünyalarının birer yansıması olsa gerek.

son olarak diyeceğim şudur ki, şu odadaki en gerçekçi varlık yerde yatan köpek vallahi. hepsinde bir şekilcilik. ha ama şu ortadaki kız iş atsa bana hemen çıkarım kendisiyle. sağdaki japonu da elimden geldiğince döverim, soldakini kendi haline bırakırım hiç çekemem. bunların ev sahibi olsam mümkün olduğunca çabuk evden çıkarmaya bakarım. kira da ödemez bunlar. komşuları olsam ikide bir çıkarım kapılarına çok gürültü yapıyosunuz diye. hem daha ekim-kasım aidatları ödenmedi bi de üstüne gürültü yapıyosunuz. aile apartmanı burası.

10 Aralık 2009

en büyük askerler bizim askerler

Uzun süredir suskunluğunu koruyan yazarlarımızdan Cüveyni Cumartesi itibariyle Elazığ İl Jandarma Komutanlığı'nın bir ferdi olacaktır. Kendisine hayırlı teskereler dileriz. Döndüğünde askerlik anılarıyla blogumuza başka bir tat getirir diye ümit ediyoruz.

Ayrıca yazarlarımızdan olmasa da blogumuzda adı geçmiş bir diğer isim Ethem ise askerliğini İskenderun'da bahriyeli olarak yapacaktır. Tahminimce Amerikalı denizci tipine sahip olduğundan özellikle seçilmiştir. Kendisine herkes adına "şansını skim ballı pezevenk" diyorum.

Öyle gaza gelip fazla ekşına girmeyin. Yemeği ilk yanınızdaki yesin bir şey olmazsa siz yiyin.

Sağ salim gidip dönmeniz dileğiyle...

9 Aralık 2009

It was Us That Scorched The Sky

Dün dinlediğim bir haberde, son 10 yıl toplamda en sıcak geçen 10 yıl ve bu önümüzdeki yaz ise meteoroloji kayıtları tutulmaya başladığından beri en yüksek 5. sıcaklığın ölçüleceği yıl olarak tahmin ediliyormuş. Sıcaklık 3 derece yükselirse İngiltere çöl olur, 4 derece yükselirse buzullar erir, 5 derece yükselirse Afrika’da ki zebralar bile erir gibi öngörülere çoktan başlandı fakat hiçbir yaptırım, hiçbir protokol veya zirve hedeflenen sonuçları vermediğinden ve hatta yaklaşamadığından bilim yapan insanoğlu tarafından Matrix’i hatırlatan bir çözüm önerisi ortaya atıldı. Gök yüzüne yerleştirilecek bir güneşlik !

Bu şekilde Dünya’yı memnun olduğundan daha fazla ısıtan güneş ışınlarının bir kısmı henüz yeryüzüne ulaşmadan tutulabilecek. Peki, bunu nasıl planlıyorlar? İki olasılıktan bahsediyorlar. İlk olarak stratosferde sülfat gibi minicik yansıtıcı parçacıklardan oluşan bir güneşlik planlıyor jeo mühendisler. Bunu da yanardağların patladıktan sonra yaydıkları sülfat bulutlarından esinlendiklerini açıklıyorlar. En yakın örneği de 1991’de Filipinler’de Pinatubo Yanardağ’ı patladığında yaydığı sülfat bulutunun ortalama sıcaklığı bir yıl boyunca 0,6 derece düşürmüş olması. Fakat jeo mühendisler çok daha az miktarla bu sonuca varabileceklerini belirtiyorlar. İkinci plan ise Dünya ile Güneş arasına ışınları yansıtacak yaklaşık birer metrekarelik trilyonlarca kağıt mendilden ince silikon nitrit diskin yollaması üzerine(her bir disk, ağırlığı bir gramdan az olan bağımsız bir robot). Fakat 2. planın uygulama süresi 10 yılı aşacağından ve harcanması gereken parayla zaten fosil yakıta olan bağımlılığımızdan kurtulabileceğimizden bu plan pek de ciddiye alınmıyor.

Her şeyin planlandığı gibi işleyip, istenilen oranda güneş ışınlarının kesildiğini düşünsek bile bu çözüm bana çözümden çok sorun yaratacak gibi geliyor. Ayı Yogi’de kirli diye yuvarlak pilot gözlüklü, is kokan bir karakterin olduğu bir bölüm hatırlıyorum. Yogi ve diğer gençleri kendi şehrine götürüyordu. Herkesin gaz maskeleriyle dolaştığı, bisikletlerin bile pedal çevirdikçe duman üreten egzoz sistemlerinin olduğu bir şehirdi burası. Bence bu plan işlerse karbon üretimine karşı olan önlemler unutulacak, yaptırımlar ortadan kalkacak ve hem azaltılmış güneş ışınlarımızın hem de artan karbondioksit gazının etkisiyle yoginin pek de beğenmediği o şehre dair kareler gerçek olacak.

Morpheus savaşı kimin başlattığından emin değildi ama sanırım savaşı da biz başlattık gökyüzünü de karartacak olan bizleriz…


Pek ayrıntılı olmasa da şahsım tarafımdan manipüle edilmemiş(bu da Suda Balık’ın lafı ama) bilgiye National Geographic Ağustos 2009 sayısında ulaşılabilir.


Dipnot: “Niye yazmıyorsun bloga?” sitemleri bitmesine rağmen yazamadığımdan dolayı benim de içim pek rahat değildi ve kendimce bu yazma işini hızlandıracak bir yol buldum. Serbest meslek ehli olamayacak, ne iş versen yapamayacak şahsıma sanırım ille de bir hedef gösterilmesi gerekiyor. Bu yüzden bu yazı gibi dizi arası reklamlarda bakılan trt belgeseli kıvamında yazılar yazmayı planlıyorum. Fakat arkası gelmezse bana “hani” ile başlayan sorular yöneltmemenizi rica ediyorum. Bu dipnot deneme aşamasındaki bir plandan haberdar olmanız içindi.

8 Aralık 2009

tebrikler yine kazandım!


sipariş vermeyi bileceksin. istanbula veda hazırlıkları yaptığım şu günlerde, 2005te tanışıp 2006dan itibaren haşır neşir olduğum yemeksepeti beni 5.defa ödüllendirdi. daha önce kazandığım shaker kalemlik olmuştu. bu sefer buna izin vermeyecem.

FROZEN lar east'nBUll cocktail mix ile muhteşem; YENİ YENİ YENİ: east'nBUll Peach Daiquiri mix, ilk olarak yemeksepeti.com'da, Ernest Hemingway’in tercihi, Küba’nın rafine lezzeti east’nBUll Strawberry Daiquiri Mix ve Pina Colada Mix ile beraber; East’nBULL Party Pack de neler var; 1lt east’nBULL Peach Daiquiri mix, 1lt east’nBULL Strawberry Daiquiri Mix, 1lt east'nBULL Pina Colada, 2 bardak, VE EĞLENCE... Karıştır iç EĞLENCENİ YARAT east’nBUll Cocktail Mix lerin keyfini çıkar...LEZZETLİ KOKTEYLLER ve FROZENLARLA HERKESİ LEZZETLENDİRİYORUZ...

6 Aralık 2009

lanetlik yer ulus II


ulus'a mı yoksa ne zaman neye kabaracagını bilmeyen iştahıma mı küfredecem bilemedim. yani çok mu şey istiyorum ulan. turşu yerine soğan olsa... bol pul biber... ilk olarak ekmeği bandırsak... bi kaşık fasulye bi kaşık pilav soğan cücüğü... en son bir bardak soğuk su...

3 Aralık 2009

Antichrist

Açıkcası Lars von Trier'e çok da hakim bir adam değilim. İlk dönem işlerinin (Bkz: Öropa) birçoğunu izlemedim denilebilir. Lakin çok sevdiğim bir adamdır. İzleyicisine, Haneke'den farklı olarak, yaşattığı hınzır tekinsizlik hissini severim.

Aynı terim üzerinden devam edersek eğer.. Antichrist'ın gördüğüm en tekinsiz Lars Von Trier filmi olduğunu söyleyebilirim...hatta direkt olarak bir korku filmi olduğu iddia edenler dahi var.

Bir Trier klasiği olarak prolog, keder, acı, umutsuzluk ve üç kral adında dört bölüm ve epilogtan oluşuyor film ve tam anlamıyla bir estetik harikası... Kuzeyli ustalarına özenen ve filmi Tarkovski'ye ithaf eden Trier, çok şık orman sahneleri çekmiş. Filmin anlatısı ile ilgilenmeyip; resim izlemek mümkün.. özellikle video klip edasında çekilmiş çok çok şık proloğa gitsin övgülerim. (bkz: lascia ch'io pianga)

Miike filmi kadar şiddet içeren bir Tarkovski filmini çekmeyi herhalde sadece Lars von Trier denerdi.. Başarılı olduğu söylenebilir. Benim gibi ruhsuz bir adamı etkilemedi ama bazı insanları paramparça edecek sahneler barındırdığını söyleyebilirim.. Bilmeyen varsa uyarı olsun.
Hatta terimsel konuşayım.. "+21"

Film, çocuğunu kaybeden annenin depresyon sürecini anlatıyor. Bölüm adlarından da anlayabileceğiniz incil göndermeleri ile ilerleyip; açıkcası pek hoşuma gitmeyen; doğa üzerinden yapılan bir feminist düşünce ile nihayete eriyor. İzlediğim her filminde (Bkz: Breaking the Waves, Karanlıkta Dans, Dogville, Manderlay) kadın odaklı hikayeler yazan Trier bu sefer kadınların doğası üzerine bir teori atmış ortaya... An itibarı ile hoşuma gitmedi. Zamanla ikna olabilirim belki.

Charlotte Gainsbourg gerçekten öte bir performans sergilemiş. Cannes'da aldığı altın palmiye rakipsizlikten olamaz yani. Willem Dafoe ise biraz olmamış gibi geldi bana. Tam anlamıyla idare etmiş. Belki Gainsbourg ablamız ezdiğindendir. Biraz hayal kırıklığı oldu o açıdan..

Spoiler vermemek için çok giremiyorum ama... Ekşi sözlük'te okuduğuma göre Trier değişik suçlamalara maruz kalmış Cannes'da.. Filmde, diyaloglarla bile tekrarlanan, göze parmak sokulan bir düşünce üzerinden yapılan bu eleştiriyi haklı bulmak için Trier denilen adamı tanımıyor olmak gerek. Garip. Eleştirilere ukala cevabını şu şekilde vermiş kendileri:
“I am the best film director in the world. I’m not sure if god is the best god in the world.”

Biraz daha düşünmem gerekebilir film üzerine... iyi bir film.. tüm usta yönetmenlerde olduğu gibi derdini çok doğru şekilde aktarıyor bize. Ama derdini pek sevemedim sanki... Breaking the waves ile devam etmek daha akıllıca geliyor şimdilik.

Bol sinemalı günler diliyorum herkese..

2 Aralık 2009

hidayeti öpmüşler

bir nba postu da ben gireyim dedim. fırsatı bulunca zenci hidayetten faydalanmış. orlandodan kimse tepki vermeyince hidayet takımdan ayrılma kararı almış. hatta torontoyu bu yüzden seçmiş... ne fotospor yazarı olurdum lan ben...

1 Aralık 2009

bayram menüsü

kahvaltı:
önceki günden kalan humus, süzme yoğurt, abağannuç ile güne başlangıç. hemen ardından besleyici ve kan yapıcı özellikleriyle dalak ve böbrek.

öğlen:
ciğer şiş ve kebap yanında sindirime yardımcı yeşil efe rakısı.

akşam:
içli köfteli çorba ve yanında oruk.

gece:
nargile ve çay

gülen koyun görülmemesine rağmen kesilecek koyunun bakışlarına anlam yüklendiği ve kurban bayramının iyiliğinin tartışıldığı bir ortamda tartışmaya son verecek menüyü paylaştım...

28 Kasım 2009

Boğazın İncisi - Kurban Kanı

Vejeteryan değilim, hatta olanlar hakkında kötü görüşlere de sahibim. Gerek kurban bayramı amaçlı olarak gerekse de sadece et yemek amaçlı olarak çeşitli hayvanların kesilmesine de gayet olumlu bakabilirim. Ancakkk;

Bugün gittim, kendi gözlerimle gördüm. O güzelim boğazın mavisi bok gibi bir kanlı kahverengiye dönmüş. Sonra tekrar televizyonlarda izledim. Sırf boğaza akan o kanları değil, buldukları ilk boş yerde aldıkları hayvanı kesen orospu çocuklarının bıraktıkları artıkları.

Lafı hiç uzatmadan içini döküp kaçıcam. Bundan sonrası tatsız olabilir lilapause ( eğer okuyorsan tabi);

Kendisini ibadet ediyor sana orospu çocukları; sizin din anlayışınızı ve ibadet şeklinizi sikeyim. İslam bu mu lan? Böyle mi yaşıyorsunuz dininizi. Sonra göbekler çatlasın millete İslamı ve Türkiye'yi aslında böyle değiliz diye anlatmak için. Gebe hayvan kesmekten ve kesilmesi için satmaktan kaçınmayan sizlerinde amınıza koyayım. Ve son sözüm, trafik zart zurt vs için sık sık kulaklarını çınlattığım belediye sorumlularına. Çok mu zor lan zabıta ekipleri ile denetimi iyice sıkılaştırmak. Hem zaten doğru dürüst birşey kazanamayan hayvan satıcılarından, güvenliklerini bile sağlamadığın halde, aşırı miktarda paralar al, hem de basit bir organizasyonu dahi yapamamana rağmen kesim için halktan para al.

Hadi bol bol et yiyin, löp löp et olsun sizlere de. Öptüm sizi.

26 Kasım 2009

iyilik?



BU nedir yahu? koyun melul melul bakıyor, 4-5 yaşlarındaki kız koyunun kafasını okşuyor. İyilikten kastı bu mu İHH'nin? (İnsan Hak ve Hürriyetleri) Kurban nasıl bir hürriyetse artık.Şimdi kurban olayına sıcak bakan var bakmayan var, kimseye sözüm yok ama bu reklamı kim akıl ettiyse ne düşündüğünü çok merak ediyorum. Nasıl bir psikolojiyle hazırladı acaba bunu. Normal şartlar altında kızın, koyuna söz konusu karede şu sözleri söylüyor olması gerekir: "Seni güzel kıvırcık kuzu biraz önce babam senin için büssürü para ödedi, biz senin boğazını kesip, kanlarını sokağa akıtıp, akşam da senin etinden kuzu kapama yapıcaz,hahahah" Burdan, kızın ailesinin psikolojisine de inmek lazım ki o surette konu çok uzar..sözde bayramınız kutlu olsun.

25 Kasım 2009

AMAN TANRIM !!!!!!

Bir hafta içinde 2 dünya devini dize getirdi kara kartalım. Gerçi Manchester Q takımıyla falan çıkmıştı sahaya....

Yahu, bakıyorum da cidden sadece zaferlerde beşiktaşlıymışım. Neyse cidden tebrikler kartalıma ve ilk galibiyetini alan Mustafa'ma. En son böyle bir savunma hattını Çelsi'ye karşı görmüştüm sanki. Erhan Güven hariç kimse batmadı gözüme, İbrahim Kaş bile.

Ne dağınık post oldu be. Son sözüm İbrahim'in tecrübesi ile yediği Obertan'a. Sen ne çirkin bir yaratıksın be... Ne şekilsiz, ne tipsiz bir kafa yapın, ne iğrenç bir ifaden var senin. Allah cezanı versin.

Hepinizi öpüyorum. Ne tatlı insanlarsınız....

24 Kasım 2009

abi bunun biraz daha büyüğü olsa...


eski peyote günlerinde antakyalı gençlerden sosyalist abdonun alkole olan sevdasını mutlaka anlatmışımdır. bira için tek sebebleri biga olan genç ve ekibi(kerem ve kıvanç) oturmuşlar içmişler düşünmüşler son derece kapitalist bir karara varmışlar. eğer bi gün 75lik efes çıkarsa onların eseri olduğu bilinsin diye günde milyonlarca defa tıklanan blogumuzda paylaşmak istedim.

Sayın Yetkili;
Biz Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi öğrencileri olarak üreticisi konumunda olduğunuzEFES PİLSEN'i çok sevdiğimizi belirterek başlayalım cümlelerimize. (Markayı özellikle büyük harfle vurguladık)Fiyat politikanız, ithal etmenizi istediğimiz biralar dışında görebildiğimiz en büyükaksaklıktan dem vurmak istiyoruz.EFES PİLSEN 75 cl olsun!Evet biz Çomü öğrencileri olarak ekte de yolladığımız 6723 imzayla en çok sevdiğimiz, yurdumuzun güzel birasını 75 cl olarak görmek istiyoruz..Mantıklı dayanaklarımız var haliyle. Mailin okunabilirliğini arttırmak ve lafı uzatmamaknamına malum kapital dünyaya uygun olarak sizin açınızdan bakıp, yaslandığımız en kuvvetlidayanağı paylaşmak istedik.Belki de en önemli tüketicilerinizin başında gelen üniversite öğrencilerinin malum yaşaralığı 18-24 yaş arası..18-24 yaş aralığındaki (erkekler baz alındı) bir öğrencinin günlük içebileceği bira adedi (maddi ve fiziksel ortalamaları alıp ve istisnaları görmezden gelerek yaptığımız ayrım sonucunda) 4-5 şişedir..İşte o 4 ila 5 arasında muallak rakam bazen yarım şişenin artmasına, bazende yarım şişenineksik çıkmasına sebebiyet vermektedir.Biraları 75 cl yapıp, fiyatı da ortalama 3 lira yapmanız halinde her birey 3 şişe alıp,artan 1 lirasıyla beyaz leblebi, fıstık vb. gibi çerezle sistemin hoşuna gidecek bir rakamla, yani 10 lirayla alışverişini tamamlayacak bundan süper, mega marketler ve Ekin Tekel büfe-miz Kemal Abi de karlı çıkacaktır.Onların karlı çıkmasıyla sizin karlı çıkacağınızı ve biz bira severleri kendinize daha da bağlayacağınızı düşünüyoruz..Biz Çomü öğrenci olarak;bu maili dikkate alacağınızı düşünüyor, fabrikadan soframıza gelen biramızı üreten ellerini-ze allah zeval vermesin diyoruz..
Saygılarımızla...

Ofiste Olağan Bir Gün

Trapano ilk maçın sonunda "Bi post gireyim artık" demişti ama heralde internetinde bir sorun var.. Madem yazamıyor, ben yazayım dedim son PES maceramızın sonuçlarını. En azından hatırlayabildiklerimi. Takip etmesi zor idi, takdir edersiniz ki..

Atletico Madrid (-2) 0-1 Sampdoria (trapano) (skorun yanıltıcılığına en büyük örnek.. oysa ki gelmekte olan çok belliydi.)

Atletico Madrid (-2) 4-1 Sampdoria (trapano)

Atletico Madrid (-2) 5-1 Sampdoria (trapano) (neymiş, ntvspor'da maç özeti izleyip pes'te takım seçilmezmiş)

Atletico Madrid (-2) 6-2 Lazio (trapano) (güvendiğim dağlara kar yağdı)

Atletico Madrid (-2) 2-1 Everton (trapano)

Atletico Madrid (-2) 3-0 Everton (trapano) (olmuyor, olmuyor, olmuyor...)

Unuttuğum maçlar oldu birkaç adet. Belki trapano unutamamıştır, hatırlatır.

21 Kasım 2009

3-0 OLSUN TWITTER OLSUN


Skor gayet net. 3-0. Fantastik 5-5-5-5-5 diye böhüren taraftarları bir kenara bırakırsak cidden en net skordur 3-0. Ama benim konum bu değil;

El sikiyle gerdeğe giren Kazım; Twitter'da tükürdüğünü yaladığın gibi gel şimdi bir de o dalga geçmeye çalıştığın taraftarın....

O ve ben ve ayna..

Kafam karışıktı gece. Arkadaşıma baktım, benimle konuşuyordu. Sonra aynaya baktığımı sandım. Aslında bana arkası dönüktü ve başka biriyle konuşuyordu. Sonra aslında konuşanın ben olduğunu sandım. O dinliyordu. Arkasında ayna vardı. Sonra arkamda ayna var sandım. O aynaya bakarak dinliyordu beni arkadaşım. Sonra arkamın ona dönük olduğunu ve başka biriyle konuştuğumu  sandım. O aynaya bakarak konuşuyordu. Sonra arkadaşıma baktım, onunla konuşuyordum.


Kaç kişiydik?


Oz büyücü, Oz büyüdü!


Hâlâ merak ediyorum, yarın ne olacak? 

20 Kasım 2009

YENİLENEN ZAMANLAR

İki kutsal değeri "yazarlar ve izleyiciler" olarak addeden bir blog olduğumuzdan, yazarlarımıza ve izleyicilerimize yönelik "iyi niyet cümleleri" kurma fırsatlarını kaçırmamak gerekir diye düşünüyorum.
Bu fırsatların ikincisini, bana verilen yetkiye dayanarak, tüm herkesyazıyor eski moderasyonu ve yazarları adına çok sevgili sezın'e ithafen kullanmak istiyorum:
Eğer sevgili sezın oyunbozan ve anarşist bir insan olsaydı;
"Bana ne İsa'nın takviminden; herkesin takvimi kendine.." deseydi.
Bugün duvarına hiç bir sayfası koparılmamış, yepyeni bir takvim asması gerekecekti.Nice yeni, farzayımsal takvimler diliyorum kendisine...

16 Kasım 2009

suda balık'ı besleyin

10 Kasım 2009

sosyal zaphod


meğer yıllarca ne engellemişiz adamı, biraz bizden uzaklaşınca hemen topluyormuş ekibini " hadi kafaları tokuşturun, agzınızı açın foto çekecem"... biz olmasaydık, belki dergi çıkaracaktı, belki dağcılık kulubunde yeralacaktı, yemekhane protestosuna katılacaktı, belki TOG üyesi olacaktı...
şükretsin bize...

9 Kasım 2009

Öyle ya da böyle - 7.10.9 / 21.10.9 / 4.11.9

Arrested Development'daki Charlize Theron'un İngiliz aksanının Amerikan erkekleri üzerinde etkisi gibi Cumhuriyet dönemi Türkçe'sinin de benim üzerinde öyle bir etkisi var sanırım.

Dün gece Beşiktaş'lı abimiz Zeki Demirkubuz'un "Kıskanmak" adlı filmini izlemek için kalktım muhitimizdeki AFM sinemasına gittim. Pazar gecesi 22:30 matinesinde tahminlerim doğrultusunda hiç kimse yoktu. Neyse ki salonu açtılar. Olay çıkarmama izin vermediler. Dediğim gibi çok rahat bir şekilde izledim filmi. Vasat oyunculuklara çok takılmadan dönem atmosferine rahatlıkla girdim. Arasız bir şekilde izlediğim filmde memnum kalmadığım tek şey sonundaki gereksiz mi gereksiz monologtu. Gelin görün ki film yerden yere vurulmuş her yerde... Bilemiyorum hakikaten.

Favori müzik dergim Roll de yayın hayatına son vermiş. Üzüldüm. Bana müziği öğreten yegane kaynaktı. Blue Jean seviyesindeki müzik bilgimi bu dergi ile geliştirmiştim. Upload yapmaya üşenip biriken 3 programımı Roll dergisi için tuttuğum yasın gölgesinden paylaşıyorum sizlerle.

Öyle Ya Da Böyle / 7.10.9
Öyle Ya Da Böyle / 21.10.9
Öyle Ya Da Böyle / 4.11.9

Bir süre inzivaya çekileyim de film, müzik, kitap üçgenini iyice zorlayayım diyorum. Vizeler de başlamak üzere.

Millet birbirini öpmüyor artık dışarıda...
Allah belalarını versin.
Ben öpüyorum sizi.

8 Kasım 2009

Alkol bütün kötülüklerin anasıdır. Ana gibi yar olmaz!

-Bunu içmeden burdan çıkamayacığını biliyorsun değil mi?

Dedi ve kahve fincanı içindeki kanyağı suda balık'a uzattı. Önce nazlanan balık daha sonrası nazlı gelin edasını ardında bırakarak bir yudum aldı kutsal kaseden. Sonra da bana uzattı. Ben de içtim ve hatta fondipledim o güzelim kanyağı. İkimiz de ayaklarımıza kadar ısınmıştık. Oysa hava soğuk bile değildi. İşte alkolün gücü sevgili dostlar. "Yahu bizim filmler olmuş mu?" diye gittiğiniz bir dükkandan 65 derece sıcaklık ile çıkabiliyorsunuz. Tabii bu sıcaklığa yapılan hoş sohbetin de etkisi yadsınamaz.

Çıktık gittik o dükkandan. Ve ikişer bira daha içtik. Önce içtiklerimizi söylemeye gerek duymuyorum. Çünkü bu andan sonrası daha bir keyifli oluverdi. İşte hayat böyle geçiyor bu diyarda.

Böyle yaşayıp ölmek istiyorum... ama hemen değil. Yaşamak lazım daha... öyle değil mi?..

5 Kasım 2009

Eğri konuşma çizgileri


Yönlerin büyük önemi vardır. Ondan şehirlerde korkmaz insanlar. Hangi yol tek yönlüdür, hangisi çift şeritlidir? Yön demek sınır demektir, orada kuzey varsa burada da güney olmalıdır. Garp ve şark olmalıdır. Hareket etmezler, oldukları gibi oldukları yerdelerdir. Problem insandadır, bir türlü duracağı yeri bilemez; aklına eser garptan şarka göçer, aklına eser köyden şehire. Şişede durduğu gibi durmaz bu insan evladı.

Bu sadece dünyevi iktidarın dayattığı belirlemeci yaklaşımın eseri olmayabilir. Mistik iktidar da yönleri sever, böyle konumlar kendini: Kudüs ya da Mekke gibi. Ne olursa olsun böyle mekanizmaların yerini izini belli etmesi gerekecektir.

Elbette bozulmalar yaşanır. Çift şeritli sandığınız yol tek şerite düşer, Sivas-Kırşehir arasında gördüğünüz "İstanbul" tabelası ne kadar işlevseldir ya da güven verir. Daha da uçlara götürürsek, kırsal alanda kaybolduğunuzda (hangi yönde ne olduğunu bilemeyecek kadar kayıp) yanınızdaki pusula sevimli bir oyuncağa dönüşmeyecek midir?

Gerçekten 4 ana, 4 ara yön mü vardır? Ben şahsen bu kadarıyla idare edemiyorum. Keşke yönler de elementler gibi olsalardı! Rüzgarlar için de çok üzülüyorum. "Şimdi lodos esiyor" cümlesi fazla bilimsel gelmiyor mu kulağa? Bir rüzgarın adı olması?


- Leyla beni terketti ve mutlu!


Yukarıdaki örnekte görüldüğü üzere; konuşma çizgileri düz, konuşmalar inişli çıkışlıdır. Bu çelişkiyi ortadan ve oradan kaldırmak için eğri çizgiler kullanmak kanımca hoş bir girişim olacaktır.

Şarhoşken, o düz beyaz çizgi üzerinde yürümeye çalışmak gibi! Dünya hep öyle bir yer olsa. Hep bu his!

Rüzgarınız bol olsun!

4 Kasım 2009

pasaport II

pasaport çıkarma işine kalkışanlara katılan son kişi benim. gerçekten oldukça basit bir olaymış. ancak verdiğim para için çölde gezen söylenecek bişey bırakmamış. hatırlamak için tıklayın.
her koşulda erken kalkabilme özelliğimi kullanarak, 4.sırayı aldım işlem için saat 7.50de. ancak bekleme salonundaki taksicilerin muhabettinden bunalan, sürekli yenileme işlemi için burada oldugunu söyleyen kıl hatun ve yanındakilerin çay ocagında beklemesiyle ilk sırayı ele geçirdim. karının ve yanındakilerin her türlü salakça savunmalarına karşı polislerin sakin tutumunu takdir ettim. para bozdurmak için uzaklaştıgım ortamda dedikodumu yapan karıya karşı sessizliğimi bozmak zorunda kaldım.

-??? (olaganüstü trapano mimiklerimle ağzımı açmadan)
-ama beyfendi biz sizin önünüzdeydik.
-panoda 803yazdı geldim. sizin sıranız geçmiş.
-ama bizim sıramızdı, müsaade ederbilirdiniz.
-panoda 803 yazdı, bakın burda ne yazıyor( sıra fişini göstererek)
-ben yenileme işlemi için burdayım. hep geliyorum buraya böyle birşey görmedim.
-???(olaganüstü...)

8.20de işim bitmişti. bu postta vermek istediğim ise: erken kalkan erken yolalır...

2 Kasım 2009

güzel güzel


tv - ercan saatçi-metin özülkü gs küfür ediyorlar! izlesene.com

videodaki adamları hiç sevmem ama komikler ya

31 Ekim 2009

OLDU DA BİTTİ MAŞALLAH !!!!!!!!

Sevgili blog yazarları,

Uzun süreden beri konusunda uzman Yeni Zelandalı arkadaşlarıma verdiğim talimatlar dahilinde bazı teknik çalışmaların tamamlanmasını bekliyordum. Ve evet, şu an bazı küçük aksaklıklar haricinde bloğumuzun çeşitli noktalarında güncellemelere gittik. Bu değişiklikleri sizlerle paylaşmak isterim.

Öncelikle bloğumuza teknik desteğin çok ötesinde destek veren "powered by" ımız selim makina ile eski yönetimin başındaki sevgili dostum trapano'nun tüm çabalarına rağmen anlaşma yenilenemedi. Bu duruma bağlı olarak yaptığım çeşitli araştırmalar ve üst düzey bazı bürokratlarla geçtiğim temaslar halen daha devam etmekte olup, an itibarı ile netlik kazanmış bir durum yoktur.

Bloğumuzdaki bir başka yenilik ise temelleri eski yönetim tarafından atılan oyun parkında gerçekleşmiş durumdadır. Çeşitli yazarlar ile farklı ortamlarda buluşarak, bizzat ilk ağızdan aldığım şikayetler üzerine Bouncing Balls adlı oyunu değiştirmiş bulunmaktayım. Elbetteki herkesi memnun etmek mümkün değil ancak yeni oyunumuzu bir süre beğenerek oynamanızı dilerim. ( Bilinen en iyi derece 7. level olarak kayıtlara geçmiş diye duydum. )

Ve belkide blogda çok farklı bir hava oluşturacak olan son yeniliğimiz: "Herkesin Elemanı - X" köşemiz. Adından ve size çağrıştırdığı "Ayın Elemanı" kavramından rahatlıkla çıkarım yapabileceğiniz bu özellik artık her ay, çok farklı ve kompleks bir yapısal analize dayanan elemeler sonucunda güncellenicek ve hizmetinize sunulacak. İlk olarak belirlenen yazarımızın kim zaten sağ üstte görmektesiniz. Kendisi bu ödüle, demokratik yapılarda olması gerekeni yaptığı için yani başarısız görüldüğünde görevden ayrılması ve bunun sonucunda yönetimin el değiştirmesini sağlamasından ötürü seçilmiştir. O böyle gururlu bir davranış sergilemeseydi bugün bloğumuz bu başarılı yönetime kavuşamayabilirdi.

Hepinizi öpüyor ve şimdilik elveda diyorum. Hepinizi olmasa da birçoğunuzu çok seviyorum sevgili blog yazarları ve elbetteki 2 izleyici.

30 Ekim 2009

Böyle Şeyler Yapıyormuşuz

70 küsür sene yaşayan bir İngiliz insanı göz önüne alınarak hazırlanmış bir araştırma ortalama bir insanın şöyle şeyler yaptığını söylüyor;

4 sığır, 15domuz, 21 koyun, 1400 tavuk, 13344 yumurta, 1 ton süt, 4283 ekmek, 5272 elma, 10866 havuç, 5882lt bira, 1694 şişe şarap, 74802 bardak çay, 30000 hap yiyip içiyormuşuz.

Bunların sonucunda 35835 litrelik gaz üretiyor, 4839 rulo tuvalet kağıdı tüketiyor, 2865 kilo dışkı çıkarıyormuşuz.

11500 kere saçlarımızı yıkıyor, 7163 banyo yapıyor, banyo yapmak için 1 milyon litre su, 656 sabun, 272 şişe şampuan (litrelik ipek şampuanı bilmiyor tabi bunlar), 11000 hijyenik ped kullanıyormuşuz.

Hiç kesmesek saçlarımız 9m 42cm'e, sakallar 9m 15cm'ye, tırnaklar 286cm'ye ulaşabiliyormuş.

61,5 lt göz yaşı üretiyormuşuz.

Günde 4300 kelime kullanıyor, hayatımız boyunca 533 kitap okuyormuşuz ki insan nüfusunun %40'ı hiç kitap okumuyormuş.

5 kova kusuyormuşuz, 40 ton çöp atıyormuşuz.

Yılda 317km, tüm hayatımız boyunca 24887km yürüyormuşuz.

Yılda 9287km araba kullanıyormuşuz ve ömrümüz boyunca kullandığımız mesafe aya gidip gelecek kadarmış.

Bir de herhangi bir zamanda yeryüzündeki sarhoşların tüm insanlara oranı %0,7 imiş.

Dipnot: geçenlerde eski iktidar partisi ve yeni başkanın olduğu bir toplantıda "şu ana kadar bir öküz yemişmiyizdir" konulu tartışmada ben kendi adıma 2 tane yemişimdir diye iddia edince baya bir tepki almıştım. ilk paragrafa bir daha göz atarsak 70 küsür yaşındaki bir ingiliz 4 öküz yiyorsa ben şimdiden 5 tane yemişimdir diyerek bahsi arttırıyorum...

28 Ekim 2009

PES 2010


Başlık belki gözünüzden kaçmış olabilir, bu yazı çekik gözlüler diyarının bana göre en efsane iki oyunundan biri olan PES serisinin sonuncusu hakkında olacaktır. Ayrıntıda boğulmadan inceleme yazısı yazamıyor oluşumdan ötürü, yazıyı madde madde yazmaya karar verdim.

Ama önce belirtmem gereken bir-iki şey var:

Sağda solda yazıldığı itibariyle bu oyunun Pc versiyonu ile PS3 versiyonu arasında fark olduğu, ps versiyonunun yalandan olduğu sonucuna ulaştım. Lakin bu yorumu yaparken pc oyuncularının klavye ile oynarken yaşadığı madara olma durumları mı göz önünde bulunduruldu bilemiyorum. Ama yine de ben, oyunu pc'de oynayan biri olarak, klavye kaynaklı sorunları hiçe sayarak konuya devam edeceğim.

Belirtmem gereken bir diğer konu ise; daha birkaç gün önce blog içinden ve dışından bazı insanlara oyun hakkında söylediğim sözlerle ilgili... Şöyle ki, ben, az sonra yapacağım listelemede çoğunlukla oyunun eksi yönlerini belirteceğim. Lakin bazılarınız çıkıp "lan ne dönek adamsın.. iki gün önce övüp duruyodun oyunu" diyebilir. Kendilerini buradan kınıyorum. Bu bir oyun. Ayrıca eşşek kadar oldunuz. Önce gidip bir iş bulun, sonra konuşun.. Demek istediğim, ben burada master league tecrübelerim sonucundaki incelememi yansıtacağım. Çok oyunculu durumlarda bu yazacaklarımın belki çoğu dikkatinizi bile çekmeyecek.. Ki benim de çekmemişti. Ona göre okuyun, zırvalamayın..

Son olarak, Ajax ile Top Player modunda oynuyorum. Yararlı bir bilgi olabilir.

Giriş paragrafından alnımın akıyla çıktıktan sonra, gözümü gelişme'ye dikmiş durumdayım. Başlıyorum:

- Oyuncular yavaş. Evet. Lakin bu benim için, özellikle Pes 2009 fiyaskosundan sonra, olumlu bir gelişme. Çünkü 2009'daki o rezalet top sürme özelliğinden sonra (sadece sağ, sol ve hızlı koşma tuşları yardımıya kaleciye kadar ulaşmak.. Örn: Agüero) güle oynaya adam geçilemeyen, her pasın yerini bulmadığı bir oyun beklediğim birşeydi. Buradan bir artıyı hakketin konami.

- Kalecilerin hepsi Rüştü. Evet evet, Rüştü.. Oysa ki ne daha yeni Barcelona'ya transfer oldu, ne de 2002 Dünya Kupası'ndaki performansıyla dikkatleri üzerine çekti. Ama yine de, anlaşılmaz bir şekilde bütün kaleciler O'nun suretinde yaratılmışlar. Yan toplarda yaşadıkları sıkıntılar olsun, auta çıkan toplara temaslarıyla kornere sebebiyet vermeleri olsun, deliler gibi açılmaları olsun, kalecilerin hiçbiri kesinlikle güven vermemekte..

- Forvetlerin hepsi Robocop. Evet biliyorum espri aynı tadı vermedi.. Lakin eğer bir maç yapıp, kontra atakta önünüzde koşan iki forvetin de kafasını çevirip size bakamamalarına ve bu nedenle onlara pas vermiş olmanıza rağmen kaleye doğru koşmaya devam etmelerine başka bir anlam veremezdiniz.. Zaten bir kişiyle topu sürüp karşı alana taşımak bir dert, üstüne bir de forvetler embesillik yaptı mı, maçın skoru 1-0, 1-1, 2-1 ötesini göremiyor.

- 1-0 önde olduğum bir maçta 75. dakikadan itibaren ellerimi klavyeden çektim ve maç aynı skorla bitti. Maç sonunda rakibin topla oynama yüzdesi %72 idi. Kaybettiğimiz İngiltere maçının ertesi gün gazetelerde maçın sonucu değil bizim %60küsür'lük topla oynama süremizin yazıldığı gibi... yanıltıcı. Çünkü, oyunda, rakip dünyanın en korkak futbolunu oynuyor.. Ortasahayı geçtikleri anda ilk düşündükleri geri pas vermek. Ve bu şerefsizler fazla iyi pas yaptıklarından, top çalmak da mucize işi.

- Üstteki örnekle benzer olarak, rakibe çok sağlam pres uyguladığınız zaman mecbur kalarak attığı uzun pasların sizin oyuncularınızdan birine gelme ihtimali neredeyse sıfır.. Zaten aşırı ağır hareket eden oyunculara sahip olduğunuzdan, topa dokunsanız da, kontrol edene kadar kaybetmek çok olası. Peki bu durum serinin başka hangi oyununda vardı: PES 5

- Ara pasları (üçgen tuşu), eski oyunlarda olduğu gibi adrese teslim olmaktan çıkmış. Buraya kadar güzel. Ancak 25m ilerideki adama atılan ara pasınların çoğunu 5 m'ye ancak ulaşacak hızla göndermek de saygısızlıktır. Bu nedenle kaç tane ikiye bir, üçe bir kaçırdım bilemiyorum.

- Gelen hava toplarında ısrarla topun ineceği yere koşan futbolcuları jiletle (bildiğin permatik) doğramak istiyorum. Sanırım oyunda sinirimi en çok bozan durum bu. Rakibe, kırkyıldabir, iyi pres uygulamışsın, adam zar zor topu atmış ileri, senin adamının göğsüne doğru geliyor top. Ama hayır, o da ne, pek sevgili orta saha oyuncumuz ısrarla zeminde gördüğü çarpı işaretine doğru koşmakta. Olay 1 saniyede gerçekleştiğinden çaresizce yapılan R1+R2 kombinasyonuyla bile kurtarması bir hayli zor bir pozisyon. Ve netice ne? Doğru noktada topla buluşan rakip oyuncu... Boşa giden pres çabası.. Peki bu durum serinin başka hangi oyununda vardı: PES 5

- Birebirde adam geçmenin neredeyse imkansız olması nedeniyle oyunu kanatlara yayarak orta-kafa-gol denemek daha mantıklı görünüyor oyunda. Lakin burada da bir sakatlık gözüme çarptı. O da şu ki, ceza sahasında bekleyen 3 hücumcunuz varken ve açtığınız orta ön direktekine doğru süzülürken, pek sevgili oyunumuz gidip arka direkteki adamı seçiyor. Bunun neticesinde de ön direkteki adama top gelse bile kafa atmak yerine topu göğsüne yumuşatıyor ve oyuncu reaksiyonlarının zaten yavaş olması nedeniye şut çekene kadar savunma topu uzaklaştırıyor.. Ve tahmin edin o "uzaklaştırılan" top kime gitti? Hayır, ceza sahası yayında bekleyen defansif orta saha oyuncunuza değil, rakibin kanat oyuncusuna. Üstte de belirttiğim gibi, bu şerefsizler antremanlarda "her koşula boştaki adamı bulma" konusuna fazlaca eğilmekteler.

- Üçüncü lig takımları Barcelona'dan iyi top yapıyor. Deli gibi paslaşıyorlar. Ama bunu oyunun zorluk seviyesine yoruyorum. Üstüne gitmeyeceğim.

- Bir kere karşılaştığım ve beni soğutan bir olay: Eskişehir maçında Ekrem'in yaşadığı olay başıma geldi, forvetim topa dokunmadan kaleciye fake attı, kaleci yere oturdu, ben de güle oynaya önümde seken topa doğru koşmaktaydım. Lakin bu sırada yerden kalkan kaleci bana doğru koştu, şuta basmış olmama rağmen ben daha şut çekemeden arkamdan topa müdahale etti ve evet, forvet oyuncumun dizlerini ve kıçını yok sayarak topu aldı. Sanki ben hiç orada yokmuşum gibi..

- Hakemlerin hepsini sikiym.. Bu oyunda penaltı olması için ne yapmak gerekiyor sorarım.. Kayarak müdahalelerin neredeyse hiçbiri faul değil, ceza sahasında bileğe kayarak adam indirmek penaltı değil, ama vücutla yapılan en ufak bir müdahale anında faul! Olmamış.. hem de hiç. Peki bu durum serinin başka hangi oyununda vardı: PES 5


Uzun lafın kısası, bu oyun daha önce, aynı firma tarafından yapıldı. Adı da PES 5 idi. Yani eğer kadroların güncelliği konusunda çok takıntılı değilseniz, gidin bir PS2 bir de PES5 alın, oyunun tadını çıkarın. En azından driplingler çok daha gerçekçi..

Gilda



Rita Hayworth...

"Yanlış devirde yaşıyoruz abi" cümlesi klişe olmasaydı da kullansaydım şimdi.

22 Ekim 2009

BUNU İSTİYORUM

Fazla söze hacet yok. Eve ne zamandır su sebili almanın ne kadar iyi bir fikir olacağını düşünürken, yeni rakı sebilinin daha işlevsel ve faydalı olacağına kanaat getirdim. Bunu istiyorum...

O zaman bu yeni rakı sebiline yakışır bir video da verelim postumuz şenlensin. E hadi şerefe !!!

20 Ekim 2009

PASAPORT

Şu pasaport edinme işlemi bana bir daha gösterdi ki devlet adam sikmeye yer aramakta. Pasaport işlemlerinin en başında aşırı pahalıya kaktırılan pasaport cüzdanının ardından yıl başına nasıl hesaplandığını anlamadığım küsüratlı harç paraları geliyor. Rivayetler yurt dışında bu harçların ülkemizdekinin çok çok altında olduğunu söylüyor.

Tüm teknolojik gelişmelere rağmen halen daha veznesinde bir amcanın elle dekont yazmasının sebep olduğu saçma sapan kuyruğu bir şekilde içime sindirirken, halka köpek gibi davranmaktan müthiş haz duyduğunu çok bariz bir şekilde belli eden tüm polislere selamlarımı yolluyorum. Allah sizi bildiği gibi yapsın...

18 Ekim 2009

müzik ve trapano


antakyagazetesi.com da bir haberi okuyunca bilinmeyen bir yönümü daha sizlerle paylaşmak istedim. ergen yıllarımda müzikle çok ilgili bir insandım. ve bu ilgimi gitar dersleri alarak uygulamaya geçirmiştim. gitar hocamız ve ailem yetenegime inanmasalar da ben ve müzik grubum( burak ve erdinç) kendimize güveniyorduk. Ancak birkaç dersten sonra annemle hoca arasında bir telefon konuşması oldu:

-alo ben sezgin suna, sezerler artık gelmesin

-alo neden hocam

-hiç ciddiye almıyorlar üstelik yeteneksizler

-ahahaha biz de farkettik.

-ahahah değil mi

-hocam sezer bağlamaya mı başlasam diyor

-ahahha yok yok

-ahaha teşekkürler hocam...

ve bu sözler üzerine müzik hayatımız sona erdi. yaklaşık 10 senedir müziğe küsüm.ben yapamadım ancak siz yapabilirsiniz, aksadığınızda büyük düşünür, büyük bağlama ustası aşık damatın " istemek ve yapabilmek her yaşta mümkündür" sözünü aklınıza getirin yeter...

(hocamıza tebrikler, saygılar)
Türkiye Yazarlar Sendikası Antakya ve Eskişehir şubelerinin kardeş kentler projesi kapsamında geçtiğimiz hafta sonu Eskişehir'e giden kültür sanat elçileri unutulmaz bir kardeşlik bağı ördü. Her iki kentin kardeşlik köprülerinde şiir, öykü ve müzik başrolü oynadı.
Antakya'nın saygın de-ğeri Sezgin Suna ve kardeşleri de Eskişehir'lilere unutul-maz bir müzik şöleni sundu. Sezgin Suna ve kardeşleri Eskişehir Taşbaşı Kültür merkezinde ayakta alkışlandı.

FitiSound

Vokalist izlemeye gitmediysem konserlerde davulcu izlerim. Ya aslında hep davulcu izlerim. İkinci tercihimde bassist arkadaşımızdır. Elektro gitaristler kadrajıma giremez pek.

Dinlediğim müziklerde de bu ikiliyi ararım genelde... Basla davulun güzel güzel yürüdüğü şarkının sırtını yere getir(t)mem.

Abi bu anlattığının müziğini yapıyorlar zaten. Tam sana göre!! Ad bile düşünmemişler; direkt yazmışlar: Drum & Bass. (aka d&b) diyen gereksiz insanlar olacaktır hem okuyan hem yazan. Şüphesiz ki onlara cevabımız çok sert olacaktır. İnsan elinden çıkma davul ve bas varyasyonlarının hepsine hayran olan ben; bu ikili elektronik ortamda "hızla" icra edilince tahammül edemiyorum henüz. Henüz diyorum...Çünkü müzik dinlemek denilen bu eylem çoğu zaman alışkanlıktan ibaret. Müzik konusunda kendini sınırlandırmayan ben bu aleme ilerleyen yıllarda dalacağıma kesin gözüyle bakıyorum. O yolda uğranması gereken duraklardan olan "dub" durağına geldim bile. Davul ile bas aranıyorsa burada da var.

Jamaika'nın bağrından kopan, reggea tabanlı bir müzik olan Dub.. yıllar geçtikçe elbette ki evrilmiş; gelişmiş; yerelleşmiş. Avrupa ve Asya kıtaları arasında bir kültür mozaiği olan İstanbul şehrimize bile yer etmiş. Baba Zula konserlerini, albümlerini dinlemiş olanların türe çok da yabancı olmadığını söyleyebilirim. Son dönemde ise bu işi Fransızların yaptığı gibi yapan bir isim "FitiSound" çıktı karşıma. Abimiz hicaz dub olarak tanımlıyor yaptığı işi. Albüm satamayacağının da bilincinde olduğundan tüm parçalarını Last.fm sayfasından ücretsiz dağıtmaya karar vermiş. Sağolsun. Kral adammış. Yaptığı iş de kalburüstü gerçekten. Dinleyin. Hatta kimdir bu lavuk diye merak edenler kendisini 20 Ekim gecesi "Dagsıtar" da bulabilir.

Bu arada Google aramalarını inceliyorum sürekli. Gördüğüm kadarıyla blogumuz "takım elbiseli, bıyık bırakmak isteyen, Heather Graham aşığı, gurbetçi ülkücülerin" uğrak mekanı olmuş. Blogumuzda FitiSound gibi farklı şeyler arayan güzide insanı bağrımıza basalım o yüzden. En güzel sıfatlarımızı onun için hazırlayalım.

Hasta olmayın sakın...

16 Ekim 2009

antekece

istanbula gelene kadar birçoğunu türkçe sandığım, lisede kompozisyonlarda kulladığım kelimeleri, söz öbeklerini sizlerle paylaşmak istedim. bu postu okuyan antakyalı genç arkadaşlarım da benim gibi hüzünlenecektir...ama kararımı verdim bu lafları tekrar kullanmaya başlıcam ne olursa olsun.bazılarıyla ilgili olaylar anlatarak bilgilendireyim blog ahalisini: mesela antızlamak: yenildiğimiz maçtan sonra sevinen gençlerden birini antızlayan abdo... bahtek dursun... daraba türkçedir kesinlikle. veli toplantısından dönen annemin: olum çok iyi çok efendiymişsin hocaların çok seviyor seni, yalnız yanlış arkadaşlar seçmişsin. mahmutla otursa dersleri süper olur dediler, burak iyi çocuk çok severim hınzırı ama mahmutun yanına otursan ahaha
katremiz: lahen tiz mitil katremiz (tiz: göt)
lübye türkçedir.
Anteke : Antakya
Antızlamak : Tekmelemek, boş yere dolaşıp durmak
Azze : "Hadi canım sen de"
Addür kuddür : Çarpık çurpuk, felçli gibi
Akit : Çok katı şeker şerbeti, ağdalı
Aşkar : Sarı, sarışın
Allek : Dönek, mızmız
Avrat amtisi : Kadın ve cemiyet haberlerinden hoşlanan erkek tipi
Bes : Yalnız, işte o kadar
Bezzeke : Sümüklü böcek
Bahlek : Bön bön bakan yuvarlak gözler
Bahtek : Gereksiz ve boş konuşan
Bissehel : Öğleden sonra
Carra : Büyük toprak testi
Çepel : Kirli, bulaşık
Cızzık : Çizgi
Celep : İşe yaramayan insan, eğitilmemiş
Çimmek : Yüzmek, denizde yüzmek
Cıncık : Küçük cam parçaları
Çıngıl : Kıvılcım
Cerbu : Büyük fare
Curun : Kurna
Dübbe : Çok şişman
Dıbık : Ele bulaşan
Dahnek : Sopa
Daraba : Kepenk
Elleşmek : Dokunmak
Fıttıs : Karanlık
Feşşiklenmek : Giysinin biçimini yitirmesi
Fış : İçi boş
Fırcıtmak : Fırlatmak
Gureybe : Kurabiye
Gar : Defne
Hanifiye : Musluk
Hömbeles : Mersin de denen makinin meyvesi
Harnup : Keçi boynuzu
Hınzır : Sinsi ve güçlü domuz
Hannik : Çok küçük
Hösmek : Susmak
Habbe : Tane, birazcık
Hoftur : Öfke
Haket : Konuşma, anlatma
Hurata zurata : Şaka
Homra : İşkembe
Körye : Gölge
Kalan(a) : Hadi artık
Kımık : Küçücük
Kete : Bir çeşit çörek
Kertiş : Kertenkele
Külçe : Bir çeşit çörek
Kayme : Hamamda insanları yıkayan kişi, tellak
Kendir : İp, halat
Keşşir : Havuç
Kaşmer : Palyaço
Kuzzulkurt : Hadi oradan, Allah belanı versin !
Katremiz : Kavanoz
Kavata : Bisküvi
Kemçik : Suratsız
Kekeç : Kekeme
Lappuş : Hantal
Lübye : Börülce
Lahat : Lokum
Lahte : An, bir anlık
Malhafe : Yorgan, çarşaf
Mahmel : Gömme dolap
Mıh : Çivi
Masmut : Yaramaz ve simli çocuk
Musmul : Oldukça iyi, mükemmele yakın
Nezelmek : İncelmiş, delinmek üzere
Oruk : İçli köfte
Orrat : Kömürün yanmayan kısmı
Öyecen : Mızmız ve iddialı
Pissik : Kedi
Pahıl : Cimri
Puhara : Baca
Peklevi : Baklava
Silli siritli : Kapalı, düzenli giyinmek
Siyirtmek : Koşmak
Sokum : Lokma
Sako : Erkek ceketi
Şellake : Kavgacı
Şahtur : Kayık
Siyen : Balçın
Tasvir : Fotoğraf
Tiskiyt : Hadi oradan sevimsiz şey !
Tusbağı : Kaplumbağa
Telha : Sayfa
Tuffan : Çok ekşi
Uluk : Çürümüş
Viii : Hayret ifadesi
Zokmak : Çıkmaz sokak
Zınıh : Yumurtamsı bir koku

9 Ekim 2009

lanetlik yer ulus


zaten sevmiyordum şimdi nefret ediyorum orospu çocugu ulus. ulan herzaman üşenen ben, gördüğünüz fotograf karşısında dayanamadım. üstümü değiştirip şarap almaya gittim. tahmin edin ne oldu? nişantaşı çiftlik denilen şarküteri saat 22de kapatıyor, onun yanındaki kuruyemişçi içki satmıyor(2010da başlıcakmış). onun arkasındakinde 2tane beyaz şarap kalmış... gel de şişliyi özleme. reha yurdakul sokağı özleme... yalnızca sokakta 2tane şarküterim vardı. abide-i hürriyet caddesinde 4tane ve iddia ediyorum hepsi açık ve hepsinde onlarca çeşit şarap vardır. şişlideyken muhabbetini sevdiğim yerden içkimi alırdım, o derece şımarıktım. kahve dünyası bile saat2ye kadar açıkken nasıl kapatırsınız kardeşim. gerçi ulusun insanına da sokuyum. kahve dünyasının açık olmasının sebebi onlar...hepiniz orospu çocugunuz

KUPA ÇEKMEK

Eskiden yani ben küçükken, ne zaman sırtım ağrısa, çok yorulsam veya soğuk algınlığı geçirsem teyzem zorla önüne yatırırdı. Çakmakla ısıttığı su bardağını sırtıma yapıştırırdı. Garip bir histi ama bir yandan da zevkliydi de. Derinin bir yerlere doğru çekliyor olması.

Sonra araya yıllar girdi, ben büyüdüm güçlendim. Ama sırtıma ısıtılan bardağın kapatılması bir şekilde beni içten içten korkutuyordu. Teyzemin de gücü beni zorla, eskiden olduğu gibi, önüne yatırmaya yetmiyordu.

Geçen yılların ardından bugün televizyonda rastladım kupa çekme işlemine ve yine içim bir garip oldu. Biraz araştırdım, artık daha çok selülit tedavisinde uygulanıyormuş. Çin'de ise hemen herşey için. Çeşitli sitelerde 18'lik kupa çekme takımı bile gördüm. 22 TL'den satılıyor. Tabi çakmak - su bardağı ikilisi gibi nostaljik olamaz ama ilginen varsa fiyat oldukça uygun.

Herkes My Ass..

"Bu yazı geyikten tamamen uzaktır."

21 yazarlı efsane günlerden 13 (yakında 12) yazarlı günlere doğru ilerliyoruz. İlk olarak 8 yazar blogun 3. ayında kurban edilmiş. 6. ayında da ciddi bir ültimatom geldi yönetimden. Her ne kadar ilk 8 yazar için girilen "yoklama" postunu ben girmiş olsam da bu winston kızı görevimin bir uzantısı idi. Yoksa bu durumu anlayamıyorum gerçekten.

Blogumuzun ileri gelenleri bence çok kısa vadede düşünüyor. "Yıllarca sürecek" diye ortaya koyduğumuz bu projede daha bir yılı doldurmadan yazarlarının yarısını kendisinden uzaklaştıran bir oluşumdan bahsediyoruz. Bu kişiler kendi adıma "herkes" tanımının içinde... Kişisel bir fikri büyütmeye çalışmak biraz sıkıntılı... Benden başka bu bloga adam arayan...bu blogun tanıtımını yapan pek yok gibi. Sonucunda blog benim "herkesim" ile doluyor. Bu "herkes" diğer yazarlar tarafından sahiplenmediği veya onlarda "herkesi"ni getirmediği sürece "herkes yazıyor" mantığına ulaşmamız imkansız.
Ben okunma taraftarı bile değilim... Şifreleyelim blogu...çevirelim kişisel muhabbetimizi dedim zaten hep.

Kimse kusura bakmasın...Blogta "herkesi" olan yegane kişiyim. Kimsenin uğraştığı yok çünkü. 100 yazar sınırı olan bir yapıda bu herkesin bu kadar kolay "harcanabilir" gözükmesi hoşuma gitmiyor. Tersten baksak...hiç veya pek yazmadığım... ama okuduğum bir blogta (ki yazarlık bu bağı sağlıyor) bana bir ultimatom verilse "yaz!!!" diye "yerim sizin blogunuzu" der yazmam. Dil dökerek ikna et (kendi adıma) sonra ilk fırsatta harca. Komik gözüküyor.

Ben bundan sonra kimse bu blogtan atılsın istemiyorum. Atılanları geri bile çağırmak istiyorum ama insanlar daha sakin olmalı.

Hepinizi öpüyorum.

EFSANE BAŞKAN İLE ÇOK ÖZEL

RÖPORTAJI YAPAN: İZLEYİCİ S.
FOTOGRAFLAR: ARŞİV

öncelikle şunu söyleyim, e.başkan çok rahatlamış, hafif göbek yapmış, kendini balıkçılığa vermiş... kendisi bizi kırmadı ulustaki malikanesinde bizi ağırladı bütün sorularımıza içtenlikle cevap verdi, kahve ikram etti...neyse çok uzatmadan röportaja geçelim:

yıllarca güleryüzlü temiz şişlide komşuluk yaptık

S:başkanım öncelikle bizi kabul ettiğiniz için tekrar teşekkür ederiz. ani bir kararla yönetim olarak istifa ettiniz, sebebi neydi?

T:sebebini daha önce belirttik, aslında herşey yolunda görünüyordu, enazından biz öyle sanıyorduk. ancak o anket bazı şeylere daha dikkatli bakmamızı sağladı.

S:yani yeni başkan sizi yönetimden aldı diyebilirmiyiz?

T: hayır.

S: ama anket yüzünden olduğunu söylediniz?

T: bakın ne yapmak istediğinizi anlıyorum. şunu söyleyim çölde gezen benim kadim dostum. yıllarca güleryüzlü temiz şişlide komşuluk yaptık. sanırım ne demek istediğimi anladınız.

başkan ç.g.'nin aldığı kararları şuana kadar yerinde buluyorum

S:peki başkanım eski yönetimle ilgili konuşalım. yönetimde fikir ayrılıkları olduğu söylendi...hatta yeni başkanın aldığı kararları sizin de kendi yönetiminize sunduğunuz ancak yönetimden onay çıkmadığı yönünde söylentiler var?

T:her yönetimde fikir ayrılıkları olur, bunu biz de yaşadık. başkan ç.g.'nin aldığı kararları şuana kadar yerinde buluyorum.

S:yeni yönetim anlayışını nasıl buluyorsunuz? tek başına iktidar için yorumunuz nedir?

T: tek başına iktidar doğru kullanıldığında çok faydalıdır, blog için alınacak kararların hemen uygulaması açısından mükemmeldir. ancak ben yönetimde resmi olarak yer almasalar da bonsai midilli ve şerbetçinin çölde gezene danışmanlık yaptıklarını sanıyorum. aldığım duyumlar bu yönde. özellikle stajyer bonsai midilli müthiş bir manipülatör. başkana büyük destek veriyor.

birşey mi ima ediyorsun?

S:başkanım peki yönetimdeyken en mutlu ve mutsuz olduğunuz olaylar hangileriydi?

T:mutlu olduğumuz çok anlar oldu. birçok zorluk yaşadık ve hepsinin üstesinden başarıyla geldik. bunlar mutluluk verici. en mutsuz olduğum olay ise sudaki balığa yapılan çirkin saldırı.

S:peki başkanım neler yapıyorsunuz buaralar?

T:birşey mi ima ediyorsun? boştasınız mı diyorsun bana?(gülmüyor).

S: lütfen alınmayın başkanım...

T: eski mesai arkadaşım sudaki balıkla balığa çıkmayı düşünüyoruz.

S:teşekkürler

T: ben teşekkür ederim.

8 Ekim 2009

BLOG AHALİSİNE DUYURU

Kendi yönetimleri zamanında işini tam olarak yerine getiremediği, tarafımca daha fazla rencide olmasını istemediğim için kaldırılan anket sonuçları ile bir tokat gibi yüzüne vurulan bazı eski yöneticilerin ve hatta adını açıkça belirtmekten çekince duymadığım suda balık'ın blog içinde yaratmaya çalıştığı huzursuzluk ve sarsmaya çalıştığı tek başına iktidarımın zorunlu açıklamasıdır:

Blog yönetiminin değişmesi ve başkanlığın elime geçmesi süreci sonucunda kimi çevrelerce pekçok farklı yollarla yeni yönetim kadrosu, görev tanımları vs ile ilgili spekülasyonlar yaratılmaya çalışılmıştır. Belirtmek isterim ki; yönetim şu an sadece ve sadece benden yani çölde gezen'den oluşmaktadır. Başkanlığını gururla yürüttüğüm bu yönetim için an itibarı ile herhangi bir yönetici katılımı söz konusu olmadığı gibi hiçbir yazar hakkında yönetici olması yönünde bir
görüş de oluşmamıştır.

Yönetimimin demokratik olup olmadığı konusunda eleştiride bulunanlar ve kellesinin uçmasından korkanlar bu düşüncelerine temel oluşturan olayları açıklamalıdırlar.

Eski yönetimin ve bloğun eski başkanı, kadim dostum trapano'ya ise; gerek bana olan güveni gerekse de başkanlığım sırasında bana verdiği yardımlardan ötürü teşekkürlerimi iletmeyi bir borç bilirim.

---------- ERU ve BESBOCE ----------

Geri sayım sizler için başlamış durumdadır. Sizlere özel birer mail yollamayı gereksiz bulduğum için böyle bir girişimde bulunmadım. Bu geri sayım sona erdiğinde, ki 09.10.2009 saat 22.00'de sonra erecek, eğer sizler halen daha yeni postlarınızı bloğa göndermemişseniz gidiş biletlerinizi mail olarak sizlere göndereceğim. Yeterince iyi birer izleyici olabilirseniz belki birgün tekrar yazar bile olabilirsiniz.

Şerbetçi ve diğer yazarlarımız için böyle bir tehlike bulunmamaktadır.


çölde gezen

7 Ekim 2009

you will never walk alone

efsane bir giriş yapmak istedim kendimce. kendi hatam ve basiretsizliğim sebebiyle aranızdan ayrılışım beni ciddi manada yıpratmıştı. ama bu yönetim değişikiği esnasında kadroya katılan dandik futbolcular gibi tekrar dönüşü yaşamak beni çocuklar gibi mutlu etti.

öncelikle küçüklerimin gözlerinden, büyüklerimin ellerinden öperim. ama çölde gezen abimin daşşağını daşıyan yesin. gece gece tam da en büyük rutinim olan wow diyarından yeni çıkmışken aniden duygulandırdı beni, kol kanat gerdi.

şu andan itibaren; blogtaki beşiktaşlı sayısı bir arttı, wow oyuncusu sayısı bir arttı, suda balık gibi abuk subuk şeyler dinlemeyi seven sayısı bir arttı, yemek yemeyi seven sayısı bir arttı ona göre.

başlıkta da belirttim niyetimi. ilk postumdur. hatalarım affola. elden geleni arda koyanın eli götüne girsin şu saatten sonra.

sevgiler...

TEK BAŞINA İKTİDAR


Halk iradesi kendini gösterdi ve çok değerli blog ahalisi beni tek başıma iktidara taşıdı. Başta çok değerli dostum trapano'ya ve eski yöneticilere bloğu eksikleri olmasına rağmen bu derece kaliteli bir hale getirdikleri ve görevi bana teslim ettikleri için çok teşekkürler.

Kendilerine görevi bırakmamalarını pekçok defa söylememe rağmen görevi bırakmayı tercih etmelerinin ardından bloğun sahipsiz olmadığını göstererek başkanlık görevini üstlendim. Gecenin şu geç saatlerinde balkonumdan yaşam kompleksimin önünde biriken kalabalığın müthiş sevinç gösterilerinin sakinleşmesinin ardından da bloğa başkan olarak ilk postumu giriyorum.

Evet sevgili blog ahalisi, artık yeni bir sayfa açılıyor bloğumuzda. İlk icraat olarak da blogda bu değişime sebep olan ve bazı eski yönetici arkadaşlarımızı rencide eden anketi kaldırdım.

Ve sevgili yazarlar flash bir gelişme olarak da eski bir yazarımız olan ve eski yönetimle arasına giren soğukluklar sebebiyle izleyicilikten bile vazgeçen şerbetçi yazar olarak tekrar bloğumuza geri döndü.

Herkese hayırlı olsun diyorum. Hepinizi öpüyorum. Yeniden hoşgeldiniz.

6 Ekim 2009

eski başkan yazıyor


bir günde hem başkan hem de eski başkan olarak 2 post girmem gerçekten şaşırtıcı... belki de hayatın güzel yanı bu: ne zaman ne olacagı bilemiyorsun... mayıs ayının bu günlerinde kurduğumuz blogumuz olgunlaşmaya, bloglar arasında yükselmeye, üniversitelerde konuşulmaya başladı. herşeyin daha güzel olacagını düşünüyorduk. yönetim olarak gece gündüz çalıştık, eski winston kızı suda balık'ın beni gecenin 3ünde kaç defa aradıgını hatırlamıyorum. blogun kalıcı olması gereken süreçte yönetim olarak başarılı olduğumuzu düşünyoruz. inanın ki yazamıyorum şuanda ama şunu söylemeden edemeyecegim -suda balık çok uyardı söyleme diye- suda balıka yapılan haksız saldırılar bilemiyorum. bizi çok kırdı... ama bunlar önemli değil. blog sağolsun. yazarlar sağolsun.
üzüldük ancak yıkılmadık... eski yönetim olarak anlayışımız olayların herzaman pozitif yönünden bakmak oldu. bu olaya da şöyle bakıyoruz: evet biz misyonumuzu tamamladık, gençlerin zamanı, biz artık sadece yazılarımızla bu blogu devam ettirecegiz. gençleri uzaktan keyifle izleyecegiz. yeni yönetimi oluşturmak üzere başkanlık görevini çölde gezen arkadaşıma devrediyorum ve hayırlı olsun diyorum. başarılar diliyorum kendisine...

BAŞKAN YAZIYOR...

bugün "yeni" yatağımdan hiper rahat bir şekilde kalktım. 23yıllık 24.00-08.00 uyku düzenim geri oturmasının verdiği mutlulukla, sırt ağrılarının müthiş derecede azalmış haliyle blogumuzu tıkladım. uzun süredir ortalarda görünmeyen stajyer av. bonsai midilli'nin postuna, bizi azarlamasına bile güldüm(çok belli ki oyunu becerememiş). çünkü başkanınız yataş firması sayesinde uzun bir aradan sonra uyumuştu.hatta bugünkü postum yeni yatağımla ilgili olacaktı.
neyse daha sonra izleyicimiz olmayan ethem arkadaşımızla taksim wall street'e gitmek üzere beşiktaşta buluştuk, inönüden taksime yürüdük. yürürken sabahki olayların izleri duruyordu. yerden bir tane sis bombasına ait şarapnel parçası aldım. etheme gösterdim. ethemdeki değişimle onun biber gazı olduğunu anladık ahaha nedense bende etkisini wall streette gösterdi. sonra eve geldik. yine blogumuzu açtık bi de ne göreyim. 2 tane berbat anket! huzurum daha da kaçtı. heleki kadim dostum çölde gezenin ortalığı karıştıracak, yönetimdeki dengeleri altüst edecek gensorusu yokmu? sonuçlara baktım daha da vahim. sırt ağrılarım nüksetti.bana 2 oy, diğer arkadaşlarıma 1 oy(neyseki o beğenmediğiniz bouncing balls sayesinde 3aynı rengi bi araya getirerek anketi dengeledim)...

şimdi arkadaşları eleştiriye açığız ancak eleştiri sadece olumsuz olmaz. eleştirilerinizi dinlemek bizzat yönetim olarak sizlerle görüşüyoruz.
çölde gezenin yönetimi ele geçirecek anketine cevabım:
tesisatçımız düşük sıcaklıkta ergiyen yatak malzemesi üretmeye çalışıyor- bumu başarısız ulan!!!
badanacımız okadar iyi bir iş çıkardıki 3 aydır bir şikayet almıyoruz- bumu başarısız ulan!!!
hergeçen gün tıklanma sayısının arttığı, elit bir ortamın oluştuğu bir platformun halkla ilişkilercisini anket malzemesi yapmak? yazık yazık yazık!
yazarlarla biraraya gelmek, dertlerini dinlemek, onlarla börekçide buluşmak, boğazda kahve içmek beşikteki elin gizemini azaltır evet, buda mı suç ulan!!!

selim makinaya yapılan suçlamalara cevap vermeyeceğim. power lafını görünce aklına money gelen insanlara iman diyorum okadar.
lütfen anketlarde oyunuzu kullanın, düşünerek kullanın. sonuçları mutlaka değerlendireceğiz ve alacağımız kararları sizlerle paylaşacağız. teşekkürler

trapano
herkes yazıyor tur. san. tic. ltd şti.

FIFA 10

Yıllarca Pes oynadıktan sonra demosunu edindiğim Fifa 10 beni bazı açılardan heyecanlandırınca gittim aldım. Öyle uzun uzun oyun şöyle böyle demeyeceğim. Kendimce kısaca özetleyeceğim;

1) Fifa 10'da bazı çok güzel detaylar var. Bunların en önemlisi de çimler. Çimler süper gözüküyor ve futbolcular cidden çimlere basıyor. Şut çekerken bileklerinin bükülmesi de hoş bir detay.

2) Turkcell Süper Lig takımlarının tamamının formaları da dahil olmak üzere birebir olması çok heyecan verici. İnsan kendini bir hoş hissediyor.

3) Pro kamerasında haldır haldır koşarken kameranın sallanması ve nefes sesleri çok ama çok etkileyici. Açıkçası sırf bunu Pes'deki Become A Legend modunun muadili olan Be A Pro modunda hissetmek için aldım Fifa 10'u.

4) Be A Pro modu en büyük beklentim idi. Göt oldum açıkçası. Gerek kameranın beklediğim gibi kullanılamaması, gerek kariyeri istediğim takımda başlatabilmem, gerekse tipim ve aksesuarlarım ile istediğim gibi sezon içinde oynayamamam beni feci şekilde soğuttu. Beklediğimi bulamadım. Bu modun güzelliklerini eksikliklerinden ötürü içime sindiremedim. Ancak takım arkadaşlarımın Become A Legend'daki gibi salak olmadıklarını ve düzgünce paslaştıklarını belirtmeden de geçemicem.

5) Pes 2010 demosunu oynamadım ancak bildiğim Pes serilerine göre oldukça fazla pozisyon zenginliği var Fifa 10'da. Pasa dayalı futbol anlayışı oldukça gerçekçi. Bu durumun turnuvalarda veya 1 on 1 maçlarda zevk vereceği kesin gibi. Ancak bunun bir sebebi de yıllardır Fifa oynamamış olmam ve ezberleri yeterince edinememem olabilir diye düşünüyorum.

6) Skill moves gerçekten çok etkileyici. Özellikle de biraz antreman yaptıktan sonra maçta bu hareketin işe yaradığını görünce insan çocuksu bir mutlulukla doluyor.

Be A Pro modunda benim için hayati eksiklikler de olsa bir süre idare edilebilir. Normal maçlarda ise oyuncu ve top fizikleri Pes'e göre kötü de olsa Fifa 10 daha zengin bir maç vaat ediyor. Ve genel olarak tam anlamıyla beni arada bırakan bir oyun olup çıkıyor Fifa 10.

İşin özü bana ve birçok oyuncuya Pes ve Fifa kırması bir futbol oyunu gerekiyor. Bu sene tercih yapmak baya bir zor da olsa Pes'i de denemekte fayda var diyor ve sözlerimi bitiriyorum. "Herkes"i gözlerinden öpüyor ve eğer depresyonda iseniz Allah kolaylık versin diyorum.

Herkes Yazıyor  © 2009