31 Aralık 2009

özür

Deve kuşu misali kafamı gömüp çıkartmayasım var. ofisteki yılbaşı eğlencesinde aç karna alkol aldım biraz. Sonra ne oldu anlamadım. Bütün gece sevgilim uğraştı benimle. Buradan kendisine teşekkür ediyor ve onu en sevmediği işle başbaşa bıraktığım için özür diliyorum. Ama ben masumum, yemek vermeden içki veren ofisin suçu hepsi, birde alkol zulasını bana açan insanın suçu. Bir de aburcuburla yetinmeyip aç kalan midemin suçu tabi ki.. Utancım çok büyük.

29 Aralık 2009

sadakat aptalı bir köpeğim

biraz önce bir stajyerin en değerli varlığı olan avukatı ayrıldı. ve o stajyer ona hiç veda edemedi, salyası sümüğüne karışamadı, tek bir kelime bile edemedi. kapıdan uğurlayıncaya kadar ve hatta arabaya kadar arkasından gitti, tek kelime edemedi. arabayla tekrar ofisin önünden geçecek diye pencereden ayrılmadı. o avukat bu durumun ne kadar farkında bilinmez ama kendi esprisi gibi, avukatı giden stajyer gömülmeli!

28 Aralık 2009

El Yakan Top

Uzun süredir bloga oyun koyulmuyor. Bunu fark ettim ve mücadeleye ve karşılaştırmalı istatistiğe gereken önemi veren hiperinden bir oyun buldum. Oyunda amaç basket atmak.
Herkes Yaziyor grubunu açtığımdan nickinizle üye olursanız daha verimli bir karşılaştırma ortamı olur.
Buyrun gençler..
Shooting - Herkes Yazıyor

27 Aralık 2009

aman allahım!!!

bu lezzet harikasını henüz denemedim. hatta internette tesadüfen görmem de üzücü utanç verici. en kısa zamanda bu hatayı telafi edecem. eğer ki bunu denemiş olup da bana söylemeyen varsa fena küfür yer onu da söyleyim...

BASIN AÇIKLAMASI

Yönetimsel açıkların kapatılması, bazı yazarların başıboş tavırları ve özellikle bugün dışarıdan bloğumuza ve yazarlarımızın bazılarına yapılan saldırılar sebebiyle; bloğumuzun eski başkanı, ebedi dostum trapano başkan yardımcılığı ve genel yayın yönetmenliği görevlerine getirilmiştir.

Blog ahalisini öperim.

BAŞKAN
Çölde Gezen

Çok Güzel Düşünmüşsün, Aferin

Uzun taç atışı kullanabilen futbolcuların takımlarına haksız avantaj sağladığını düşünüyormuş hiç sevmediğim insan Arsen Wenger. Aferin len ne de güzel düşünmüşsün.

Bir sonraki adımın da "Abanmak yok ulen !" diye bağırmak olacak heralde. Zira onlarda sert şutlar atarak takımlarına avantaj sağlamaktalar. Geri zekalı....

Not: Ulan Arsen'in resimdeki bu hali bana birilerini anımsattı ama çıkaramadım, neyse...

Taklitler Asıllarını Yüceltir

Kuruluşunun üzerinden yaklaşık 8 ay geçen "Herkes Yazıyor" adlı bloğumuz gün geçtikçe daha geniş kitlelere hitap ederken, son gelişmeler göstermiştir ki taklitleri de oluşmaktadır.

Kendini ezilen bir grup olarak göstermeye çalışan, bloğumuzun yazarı olmayı başaramamış bazı kişiler yeni bir oluşum içine girmişlerdir. Bu oluşum elbette ki "Herkes Yazıyor" bloğunu, yazarlarını ve yönetimini ilgilendirmemekte ve herkesin yazma özgürlüğüne saygı duyulmaktadır. Ancak yapılan yersiz suçlamalar, yetersiz açıklamalar, olayları çarptırmalar bloğumuzun yönetiminin bir açıklama yapması gerekliliğini ortaya koymuş durumdadır.

Kamuoyuna duyurulur ki; bahsi geçen oluşum bu karalamaya yönelik iddialarını sürdürürse gerekli görülen işlemler yönetimimiz tarafından yapılacaktır.

Hatta kim bilir belki çoktan bazı çalışmalar başlamıştır ve yeni gün bloğumuza yeni gelişmeler sunacaktır.

Bloğumuzda yazma ayrıcalığını elinde bulunduran tüm yazarlarımızı ve çok değerli izleyicilerimizi öpüyorum. Saygılar...

Yönetim

26 Aralık 2009

(1 - Herkes) x (Herkes)

Tartışmalara yol açacak bir oluşumdan dün haberdar oldum.
İlk bakışta davaları çok haklı gözükmesine rağmen.. "bu şekilde" olmak zorunda olmadığını düşünüyorum. Zira içerisine girdikleri tepkisel tavırlarının "yarısını" burada gösterselerdi hala aramızda olurlardı.
Ayrılma kararına en çok muhalefet eden insanlardan biriydim.. Arkalarından yazılar yazmış; göz yaşları dökmüştüm ancak bu oluşumun varlığını öğrenmem beni derin düşüncelere sevk etti.
Kendi tezlerini zayıflattıklarını düşünüyorum açıkcası.
Tepkisizliklerini savunamam artık.

Gündeme bomba gibi düşecek oluşum için tıklayınız

22 Aralık 2009

özür

insan gençken doğru yoldan sapabilir, deli doludur, yeni şeyler denemek isteyebilir, ellerindekinin hep yeni kaldığını bilemeyebilir. ama mutlaka hatasını anlayacak doğruyu bulacaktır. e bu durumda büyüklerde affetmelidir. bizde hafif mafif diye efe mefe densizlikleri yaptık. ama halil ağabeyi dinleyince hatamızı anladık, aslımıza döndük...



19 Aralık 2009

presse mentali is my posse


eski sponsorlarımızdan Selim Makina aracılığıyla tanıştığım fenerbahçeli dostum Matteo'nun rap müzik grubu Presse Mentali 'nin Türkiye'deki gönüllü elçiliğine soyundum. grubu dinledikten sonra italyancanın rap müziğe pavarottiden daha çok yakıştığını düşünüyorum. tıklanma sayımızın her geçen gün arttığı blogumuzda rap müziğe gönül veren bu insanlara destek olmanızı istiyorum. Grup il dramsta, hemone ve Furis TF adlı üyelerden oluşuyor. myspace ve facebook hesapları olan kişiler bu gelecek vaadeden Presse Mentali 'ye gereken desteği versinler... ayrıca destek olan herkese Presse Mentali is My Posse baskılı tişörtler hediye edilecektir.




18 Aralık 2009

seyyah trapano

9 aralık milano
12 aralık van
12 aralık tatvan
14 aralık konya
15 aralık konya

1hafta içinde yaptığım seyahatleri bir defa da değil de bir yazı dizisi halinde sizlerle paylaşacam. türkünden kürdüne italyanına van kalvaltısından, kahvaltısızlığına, pizzasından etli ekmeğine kadar...

Öyle Ya Da Böyle

Okumakta olduğunuz bu post benim bu başlık altında girdiğim son post olmakta... (Cümlenin sonunu beklemeden sevinç taklaları atmaya başlayanlar veya canına kıymaya çalışanlar büyük bir yanılgının iki ayrı ucunu paylaştıklarını az sonra fark edecekler)... artık "post yolu gözlemeye" veya "her postda bana karşı daha büyük bir nefret beslemeye" son!

Sourberry ve Herkes Yazıyor moderasyonunun (buradan teşekkürlerimi sunuyorum) ortak çalışması sayesinde bir müthiş hizmeti daha sizlere ulaştımanın haklı gururu içerisindeyim. Artık "Rapidshare çalışıyor mu?", "Programı indiriyorum ama bunu gerçekten istiyor muyum?" gibi şüphelerinizle vedalaşabilirsiniz.

Peki nasıl mı olacak? Sağ alt köşede Sourberry player'ın üstünde gördüğünüz Öyle Ya Da Böyle banner'ına "tıkladığınızda" önünüze gelen pencere sayesinde olacak. Açıklayayım:

Kronolojik bir sıra ile dizilmiş programları ve altında bulunan 3,5 kb boyutundaki garip isimli dosyaları görüyor olmalısınız... O anki keyfinize ve arşivci zihniyetinize göre... bu dosyalara "sol" tıklayarak programları hemen dinlemeye başlayabilir (Quicktime gerektirir.) veya "sağ" tıklayıp "Farklı kaydet" diyerek bilgisayarınıza 128 kbps kalitesinde bir mp3 (Vasati 55 mb) olarak indirebilirsiniz. Ne şiş yansın ne kebap olmuyor tabii... Kaliteden biraz feragat etmek durumunda kaldım.

Şu anda 29 Temmuz 2009'dan itibaren yapılmış programlara ulaşabiliyor olmakla birlikte; yakın gelecekte tüm programların "sadece bir tık" uzağınızda sizi bekleyeceğinin müjdesini verebilirim. Playlistleri nasıl paylaşacağıma dair bir şey düşünmedim.. Anlık tepki veriyorum.
Tüm blog ahalisine hayırlı olsun.

Uyarı!
Firefox kullanıcıları pencerenin üstünde bulunan "canlı yer imi" nanesinden uzak dursun. Sizi sonu olmayan dehlizlere sürükleyecektir.

13 Aralık 2009

wassup

şu reklamın niye efsane olduğunu anlamak zor değil. bir kere izledikten sonra tekrar tekrar izleyesiniz geliyor. dukie'nin wassup diyişi süper özellikle. watchin' a game havin' a bud. true.. true.. tembel adamın hali başka güzel.



bu da reklamın 2008 versiyonu. her yönden ağzına sıçılmış bizim elemanların. ama hala bir umut var. umudun kim olduğunu öğrenmek için reklamın sonunu izleyin. tüyo vereyim: umudumuz karaoğlan. şu cümleyle de teşbihle ironiyi harmanlayıp ahenkle dans ettirdim yemin ederim.

12 Aralık 2009

Neden Ulan?!


Çekimlerin yapıldığı stüdyoların havasından mıdır yoksa "yapmazsan yengeni keseriz" dedikleri için midir. Neden herşeyi alkışlar bu stüdyo seyircisi? Acaba oraya gitsem ben de onlar gibi olur muyum? İbrahim Erkal espri yapsa ıslık çalar mıyım, ne bileyim..

10 yaşındaki veletin "Ben kekemeyim" lafından sonra aralıksız 10 saniye alkışlamak ne ulan?


Beyinsiz ibneler...

YÖNETİMDEN AÇIKLAMA

Sevgili blog yazarları ve çok değerli takipçiler;

Bir süredir sesi sedası çıkmayan ve ayın elemanı seçimini bu derece geçe bırakan yönetimin başı olarak öncelikle sizlerden özür dilerim. Ancak çok önemli kişisel işlerimden ötürü bu gecikmenin kaynaklandığını belirtirken bunun geçerli bir mazeret olarak görülmesini rica ederim.

Aralık ayının elemanı yine son derece titiz çalışmalar sonucunda belirlenmiş olup sizlere sunulmuştur. Hepinizin bildiği gibi bu seçim kriterleri gizli olup, seçimler dünyanın bugünkü halini almasını sağlayan ve bugün eğer dünya dönüyorsa kesinlikle sayesinde olduğuna inanmaya başladığım excel ile yapılmaktadır.

Kısaca toparlamak gerekirse; yokluğunda dahi bu derece tıkır tıkır işleyecek bir altyapı oluşturan, kişisel hayatında aldığı akıl almaz başarılar ve blogda kendisine edindiği sarsılmaz yer sebebiyle bu ay ki ayın elemanı ödülü çölde gezen'e verilmiştir. Herkese hayırlı olsun.

Herkesi her zamanki gibi öperken yönetimin el koyması gerektiğini düşündüğünüz konuları bize iletin diyorum.

Low ya da pes müzik


 Duluth, Minnesota'dan üç kişilik müzik: Low, meraklısına tekrar eden ritimler sunuyor. 70 kilometreden hızlı gidemeyen bir arabada,  soğuk gece ve hep gece, bitmeyen beyaz şeritlerin yarattığı ritme göre göz kırpmak için. Çok üzücü, çok kırıcı değil sadece yavaş. Bazen çok yavaş.


Aklım yerinde sayıyor. Çemberler çiziyorum, çömeliyorum ve bir süre sonra ayaklarımı hissetmiyorum. Buğulanmış cama yazı yazıp, gözümün önünde silinen şekillere bakıyorum. Lazy çalıyor, sonra uyurgezerlere Lullaby'ı dinliyorum. Mutfağın tezgahındaki küçük böceğin salınışını izliyorum ve Anon duyuyorum birkaç perde öteden.


Kaç şarkı bu kadar pes olabilir ki? 


Meraklısına; I could live in hope, The curtain hits the cast öneriyorum. O kadar yavaştır ki, bazen yorulursun.   

11 Aralık 2009

kim bunlar?

uzun süren ayrılıktan sonra derin bir analiz yazısıyla geri dönüyorum. eminim bunun blogun dinamizmine pozitif bir etkisi olacaktır. hehehe:) neyse yılışıklığı bırakalım. analiz demişken gelecek 10 yılda toplumumuzun ve dünyanın nasıl şekilleneceğini inceleyen öngörüsel bir analiz yapacağımı sanıyorsanız çok fena yanılıyorsunuz. analizini yapacağım şey sadece şu yukarda gördüğünüz suda balık'ın nerden bulup yapıştırdığını bilmediğim ve her blogu açtığımızda karşılaştığımız resim.

şimdi tiplere bakarsak ilk bakışta bunların türk olmadığını anlayabiliyoruz. evet bizde de böyle bohem gençlik hayatına özenen tipler var ama bu kadar genişliği kaldıracak türk analarının olmadığını biliyoruz. bunlar büyük ihtimalle new york'a okumaya gelmiş ve beraber eve çıkmış 3 arkadaş. kızlar 19, erkek 20 yaşında. soldaki 2 kız detroit,michigan'da çocukluklarından beri tanışan, beraber büyümüş, beraber okula gitmiş, lise boyunca new york'ta beraber üniversite okuma hayalleri kurmuş ve sonunda hayallerini gerçekleştirmiş 2 kız. artık hep o düşündükleri şeyi yapabilir ve nü yorkun altını üstüne getirebilirler. gençler, güzeller (soldaki pek güzel değil ama güzel olduğunu sanıyor) şimdi değil de ne zaman. tabii ki aynı bölümü kazandılar. karşılaştırmalı edebiyat okuyolar ama neyi karşılaştırdıklarını bilmiyoruz, onların da bildiğinden şüpheliyim. ortadaki kızın annesi japon asıllı. ford'da çalışan babası bir iş gezisi sırasında tokyo'da tanışıp vurulmuş ve sonunda evlenmişler. yüzünün hafif asyalı yapısı bundan kaynaklanıyor. diğer kızımız ortalama bir amerikan ailesi çocuğu. şehrin biraz dışında müstakil dubleks evleri var. babası sigortacı, annesi bankada veznedar. eve ekmek giriyo çok şükür. tek çocuk olmasına rağmen pek şımartılmamış, içine kapanık bir hali var. ergenlikten sonra en büyük zevki depresif geçirdiği zamanlar olmuş. güzel olmamasına rağmen sırf bu hali yüzünden yakışıklı erkeklerle çıkmış. fakat hakkını verelim, ikisi de vücuduna iyi bakmış yağlı yiyeceklerden kaçınmış. ortadaki kızımız da güzel ve okul içinde tanınan bir kız olduğu için hiç boş kalmamış. anlayacağınız detroit'te maşallahları varmış ama büyük şehir hevesiyle new yorka sürüklenmişler. ilk 2 ay yurtkurun yurdunda kalmışlar fakat nefret etmişler. hayallerindeki o şaaşalı(şaaşa ne lan) new york bu değilmiş. 11'den sonra yurda girilemiyomuş. kablosuz internet bağlantısı gece 12'den sonra kesiliyomuş. tv'de HBO gibi özel kanalları izleyemiyolarmış. istedikleri gibi eğlenmek, yaşamak için eve çıkmaları gerektiğini düşünüyolarmış. bronx'ta sahibinden, kombili 2+1 güzel bi ev bulmuşlar fakat kirası 2 kişi için fazla gelmiş. eve 3. ararlarken sağda oturan japon elemanla tanışmışlar.

bu japon çocuk da lisede babasının ısrarlarına rağmen sayısalcı olmayıp hobisinin peşinden giderek sinema okumaya karar vermiş. kendi imkanlarıyla birkaç kısa film çekmiş ve bunları takeshi kitano'ya göndermiş. kitano bu filmlere hayran kalmış ve çocuğu görüşmek için çağırmış. görüşmede çocuk kitano'ya new york university'de "film and television" okumak istediğini fakat maddi gücünün yetmediğini söylemiş. kitano da "orasını ben hallederim" demiş ve verdiği bursla çocuğu istediği bölüme göndermiş. eleman kitano'ya 2. babam demeye başlamış. burslu olduğu için üniversite içindeki student residence'a yerleşmiş fakat burdaki lüks hayat ona göre değilmiş. bohem bir hayat yaşıyarak sanatının gelişeceğine inanıyormuş. birgün üniversitedeki bir kokteylde bizim kızlarla tanışmış. kızların sinemaya da merakı olduğundan uzun uzun sohbet etmişler. kızlardan birisinin annesi japon olduğu için farklı bir bağ da oluşmuş aralarında. sonra muhabbet eve çıkma konusuna dönmüş. hepsi istekli olduğundan hemen anlaşmışlar. çocuk oturma odasında kalmaya razı olmuş.

sonunda eşya ve nakliye işini de halledip eve yerleşmişler. ilk işleri duvarlara posterler, afişler, fotoğraflar yapıştırmak, kitapları, cdleri dizmek olmuş. evde raf olmadığı için yerlere dizmişler hep. ayrıca üniversiteye yeni başlayanlarda default olarak ortaya çıkan fotoğraf merakı yüzünden hemen bir fotoğraf makinası almışlar. istedikleri hayatı yaşayacakları eve kavuşmuşlar artık. bol bol kitap okuyacaklar, akşamları oturup sarhoş kafayla felsefik konularda konuşacaklar, güzelim amerikan bağımsızları dururken 10'ar dakikalık sekanslardan oluşan sıkıcı avrupa filmleri izleyecekler, sevgilileriyle özgürce vakit geçirecekler, gece barlarda,sokaklarda kafabidünya gezip sabaha karşı eve dönecekler,küçük kağıtlara notlar alıp evin çeşitli yerlerinde sergileyecekler hatta bununla da kalmayıp duvarlara bile notlar yazıp ilginç şekiller çizecekler. çünkü amaçları o esrarengiz iç dünyalarını başkalarına ifade etmek olacak, fakat bunu yaparken depozitonun içine ettiklerinin farkında olmayacaklar. anasının babasının okusun diye para döktüğü kızlar hiç ders çalışmayıp vakitlerini sanat galerilerinde, film gösterimlerinde, fotoğraf sergilerinde geçirip kimsenin anlamadığı yorumlarda bulunacaklar. erkek olan da üniversiteden ödünç aldığı kamerasıyla mahallede sıradışı çekimler yapacak, izan bilmediği için zencilerden dayak yiyecek ama iş dayakla kaldığı için şükredecek.

evet gelelim şu anki duruma. resimde evdeki sıradan bir günü görüyoruz. oturdukları koltuk oturma odasındaki tek koltuk o yüzden böylesine sıkışık durumdalar. kızlar donla oturacak kadar rahatlar. özgür kızın hali başka yeaaa! burdan erkeğin ibne olabileceği ihtimalini de çıkarabiliriz. depresif kız kitap okurken maksimum şekilde rahatsız olmak için kitabı garip bir şekilde tutmuş durumda. elindeki muhtemelen kişisel gelişim kitabı. yerde yatan köpeğin ve yanındaki kupanın sahibi de kendisi. köpek hayatından pek memnun gözükmüyor, o kupa da hiç elinden düşmüyor her daim bişeyler içiyor. okuduğu kitapları yere alelade atacak kadar da sorumsuz ve saygısız bir insan. merakından rubik küp almış ama muhtemelen beceremediği için onu da bi kenara fırlatmış. diğer kızla oğlan çin yemeği sipariş etmişler. yemeğin üstüne kız televizyonda dizi aramaya çıkmış, zapping yapıyor. çocuk da kızların gitarını almış kendi kendine nota çıkarmaya çalışıyor. türk marşını daha yeni çıkardı sıra "smells like teen spirit"in başında. yerde her an üstüne basıp kırılmaya müsait fotoğraf makinesi var. hangi mantıkla oraya konulduğu bilinmiyor fakat yerdeki dağılmış kağıtlara ve diğer eşyalara bakarsak gösterişli bir dağınıklık sağlanmaya çalışılmış. "şu şekli yapmak için mi aldın o makinayı pezevenk" demek istiyorum burdan sevgili yarı japon kızımıza. ayrıca sehpanın üstündeki ilginç şekiller de yine muhtemelen bu entel gençlerimizin sıradışı iç dünyalarının birer yansıması olsa gerek.

son olarak diyeceğim şudur ki, şu odadaki en gerçekçi varlık yerde yatan köpek vallahi. hepsinde bir şekilcilik. ha ama şu ortadaki kız iş atsa bana hemen çıkarım kendisiyle. sağdaki japonu da elimden geldiğince döverim, soldakini kendi haline bırakırım hiç çekemem. bunların ev sahibi olsam mümkün olduğunca çabuk evden çıkarmaya bakarım. kira da ödemez bunlar. komşuları olsam ikide bir çıkarım kapılarına çok gürültü yapıyosunuz diye. hem daha ekim-kasım aidatları ödenmedi bi de üstüne gürültü yapıyosunuz. aile apartmanı burası.

10 Aralık 2009

en büyük askerler bizim askerler

Uzun süredir suskunluğunu koruyan yazarlarımızdan Cüveyni Cumartesi itibariyle Elazığ İl Jandarma Komutanlığı'nın bir ferdi olacaktır. Kendisine hayırlı teskereler dileriz. Döndüğünde askerlik anılarıyla blogumuza başka bir tat getirir diye ümit ediyoruz.

Ayrıca yazarlarımızdan olmasa da blogumuzda adı geçmiş bir diğer isim Ethem ise askerliğini İskenderun'da bahriyeli olarak yapacaktır. Tahminimce Amerikalı denizci tipine sahip olduğundan özellikle seçilmiştir. Kendisine herkes adına "şansını skim ballı pezevenk" diyorum.

Öyle gaza gelip fazla ekşına girmeyin. Yemeği ilk yanınızdaki yesin bir şey olmazsa siz yiyin.

Sağ salim gidip dönmeniz dileğiyle...

9 Aralık 2009

It was Us That Scorched The Sky

Dün dinlediğim bir haberde, son 10 yıl toplamda en sıcak geçen 10 yıl ve bu önümüzdeki yaz ise meteoroloji kayıtları tutulmaya başladığından beri en yüksek 5. sıcaklığın ölçüleceği yıl olarak tahmin ediliyormuş. Sıcaklık 3 derece yükselirse İngiltere çöl olur, 4 derece yükselirse buzullar erir, 5 derece yükselirse Afrika’da ki zebralar bile erir gibi öngörülere çoktan başlandı fakat hiçbir yaptırım, hiçbir protokol veya zirve hedeflenen sonuçları vermediğinden ve hatta yaklaşamadığından bilim yapan insanoğlu tarafından Matrix’i hatırlatan bir çözüm önerisi ortaya atıldı. Gök yüzüne yerleştirilecek bir güneşlik !

Bu şekilde Dünya’yı memnun olduğundan daha fazla ısıtan güneş ışınlarının bir kısmı henüz yeryüzüne ulaşmadan tutulabilecek. Peki, bunu nasıl planlıyorlar? İki olasılıktan bahsediyorlar. İlk olarak stratosferde sülfat gibi minicik yansıtıcı parçacıklardan oluşan bir güneşlik planlıyor jeo mühendisler. Bunu da yanardağların patladıktan sonra yaydıkları sülfat bulutlarından esinlendiklerini açıklıyorlar. En yakın örneği de 1991’de Filipinler’de Pinatubo Yanardağ’ı patladığında yaydığı sülfat bulutunun ortalama sıcaklığı bir yıl boyunca 0,6 derece düşürmüş olması. Fakat jeo mühendisler çok daha az miktarla bu sonuca varabileceklerini belirtiyorlar. İkinci plan ise Dünya ile Güneş arasına ışınları yansıtacak yaklaşık birer metrekarelik trilyonlarca kağıt mendilden ince silikon nitrit diskin yollaması üzerine(her bir disk, ağırlığı bir gramdan az olan bağımsız bir robot). Fakat 2. planın uygulama süresi 10 yılı aşacağından ve harcanması gereken parayla zaten fosil yakıta olan bağımlılığımızdan kurtulabileceğimizden bu plan pek de ciddiye alınmıyor.

Her şeyin planlandığı gibi işleyip, istenilen oranda güneş ışınlarının kesildiğini düşünsek bile bu çözüm bana çözümden çok sorun yaratacak gibi geliyor. Ayı Yogi’de kirli diye yuvarlak pilot gözlüklü, is kokan bir karakterin olduğu bir bölüm hatırlıyorum. Yogi ve diğer gençleri kendi şehrine götürüyordu. Herkesin gaz maskeleriyle dolaştığı, bisikletlerin bile pedal çevirdikçe duman üreten egzoz sistemlerinin olduğu bir şehirdi burası. Bence bu plan işlerse karbon üretimine karşı olan önlemler unutulacak, yaptırımlar ortadan kalkacak ve hem azaltılmış güneş ışınlarımızın hem de artan karbondioksit gazının etkisiyle yoginin pek de beğenmediği o şehre dair kareler gerçek olacak.

Morpheus savaşı kimin başlattığından emin değildi ama sanırım savaşı da biz başlattık gökyüzünü de karartacak olan bizleriz…


Pek ayrıntılı olmasa da şahsım tarafımdan manipüle edilmemiş(bu da Suda Balık’ın lafı ama) bilgiye National Geographic Ağustos 2009 sayısında ulaşılabilir.


Dipnot: “Niye yazmıyorsun bloga?” sitemleri bitmesine rağmen yazamadığımdan dolayı benim de içim pek rahat değildi ve kendimce bu yazma işini hızlandıracak bir yol buldum. Serbest meslek ehli olamayacak, ne iş versen yapamayacak şahsıma sanırım ille de bir hedef gösterilmesi gerekiyor. Bu yüzden bu yazı gibi dizi arası reklamlarda bakılan trt belgeseli kıvamında yazılar yazmayı planlıyorum. Fakat arkası gelmezse bana “hani” ile başlayan sorular yöneltmemenizi rica ediyorum. Bu dipnot deneme aşamasındaki bir plandan haberdar olmanız içindi.

8 Aralık 2009

tebrikler yine kazandım!


sipariş vermeyi bileceksin. istanbula veda hazırlıkları yaptığım şu günlerde, 2005te tanışıp 2006dan itibaren haşır neşir olduğum yemeksepeti beni 5.defa ödüllendirdi. daha önce kazandığım shaker kalemlik olmuştu. bu sefer buna izin vermeyecem.

FROZEN lar east'nBUll cocktail mix ile muhteşem; YENİ YENİ YENİ: east'nBUll Peach Daiquiri mix, ilk olarak yemeksepeti.com'da, Ernest Hemingway’in tercihi, Küba’nın rafine lezzeti east’nBUll Strawberry Daiquiri Mix ve Pina Colada Mix ile beraber; East’nBULL Party Pack de neler var; 1lt east’nBULL Peach Daiquiri mix, 1lt east’nBULL Strawberry Daiquiri Mix, 1lt east'nBULL Pina Colada, 2 bardak, VE EĞLENCE... Karıştır iç EĞLENCENİ YARAT east’nBUll Cocktail Mix lerin keyfini çıkar...LEZZETLİ KOKTEYLLER ve FROZENLARLA HERKESİ LEZZETLENDİRİYORUZ...

6 Aralık 2009

lanetlik yer ulus II


ulus'a mı yoksa ne zaman neye kabaracagını bilmeyen iştahıma mı küfredecem bilemedim. yani çok mu şey istiyorum ulan. turşu yerine soğan olsa... bol pul biber... ilk olarak ekmeği bandırsak... bi kaşık fasulye bi kaşık pilav soğan cücüğü... en son bir bardak soğuk su...

3 Aralık 2009

Antichrist

Açıkcası Lars von Trier'e çok da hakim bir adam değilim. İlk dönem işlerinin (Bkz: Öropa) birçoğunu izlemedim denilebilir. Lakin çok sevdiğim bir adamdır. İzleyicisine, Haneke'den farklı olarak, yaşattığı hınzır tekinsizlik hissini severim.

Aynı terim üzerinden devam edersek eğer.. Antichrist'ın gördüğüm en tekinsiz Lars Von Trier filmi olduğunu söyleyebilirim...hatta direkt olarak bir korku filmi olduğu iddia edenler dahi var.

Bir Trier klasiği olarak prolog, keder, acı, umutsuzluk ve üç kral adında dört bölüm ve epilogtan oluşuyor film ve tam anlamıyla bir estetik harikası... Kuzeyli ustalarına özenen ve filmi Tarkovski'ye ithaf eden Trier, çok şık orman sahneleri çekmiş. Filmin anlatısı ile ilgilenmeyip; resim izlemek mümkün.. özellikle video klip edasında çekilmiş çok çok şık proloğa gitsin övgülerim. (bkz: lascia ch'io pianga)

Miike filmi kadar şiddet içeren bir Tarkovski filmini çekmeyi herhalde sadece Lars von Trier denerdi.. Başarılı olduğu söylenebilir. Benim gibi ruhsuz bir adamı etkilemedi ama bazı insanları paramparça edecek sahneler barındırdığını söyleyebilirim.. Bilmeyen varsa uyarı olsun.
Hatta terimsel konuşayım.. "+21"

Film, çocuğunu kaybeden annenin depresyon sürecini anlatıyor. Bölüm adlarından da anlayabileceğiniz incil göndermeleri ile ilerleyip; açıkcası pek hoşuma gitmeyen; doğa üzerinden yapılan bir feminist düşünce ile nihayete eriyor. İzlediğim her filminde (Bkz: Breaking the Waves, Karanlıkta Dans, Dogville, Manderlay) kadın odaklı hikayeler yazan Trier bu sefer kadınların doğası üzerine bir teori atmış ortaya... An itibarı ile hoşuma gitmedi. Zamanla ikna olabilirim belki.

Charlotte Gainsbourg gerçekten öte bir performans sergilemiş. Cannes'da aldığı altın palmiye rakipsizlikten olamaz yani. Willem Dafoe ise biraz olmamış gibi geldi bana. Tam anlamıyla idare etmiş. Belki Gainsbourg ablamız ezdiğindendir. Biraz hayal kırıklığı oldu o açıdan..

Spoiler vermemek için çok giremiyorum ama... Ekşi sözlük'te okuduğuma göre Trier değişik suçlamalara maruz kalmış Cannes'da.. Filmde, diyaloglarla bile tekrarlanan, göze parmak sokulan bir düşünce üzerinden yapılan bu eleştiriyi haklı bulmak için Trier denilen adamı tanımıyor olmak gerek. Garip. Eleştirilere ukala cevabını şu şekilde vermiş kendileri:
“I am the best film director in the world. I’m not sure if god is the best god in the world.”

Biraz daha düşünmem gerekebilir film üzerine... iyi bir film.. tüm usta yönetmenlerde olduğu gibi derdini çok doğru şekilde aktarıyor bize. Ama derdini pek sevemedim sanki... Breaking the waves ile devam etmek daha akıllıca geliyor şimdilik.

Bol sinemalı günler diliyorum herkese..

2 Aralık 2009

hidayeti öpmüşler

bir nba postu da ben gireyim dedim. fırsatı bulunca zenci hidayetten faydalanmış. orlandodan kimse tepki vermeyince hidayet takımdan ayrılma kararı almış. hatta torontoyu bu yüzden seçmiş... ne fotospor yazarı olurdum lan ben...

1 Aralık 2009

bayram menüsü

kahvaltı:
önceki günden kalan humus, süzme yoğurt, abağannuç ile güne başlangıç. hemen ardından besleyici ve kan yapıcı özellikleriyle dalak ve böbrek.

öğlen:
ciğer şiş ve kebap yanında sindirime yardımcı yeşil efe rakısı.

akşam:
içli köfteli çorba ve yanında oruk.

gece:
nargile ve çay

gülen koyun görülmemesine rağmen kesilecek koyunun bakışlarına anlam yüklendiği ve kurban bayramının iyiliğinin tartışıldığı bir ortamda tartışmaya son verecek menüyü paylaştım...

Herkes Yazıyor  © 2009