28 Eylül 2009

teknolojik cenabetlik

Bu ara garip bir cenabetlik dolanıyor başımda. Akşam herşey normal, çalışır halde yatıyorum, sabah kalktığımda bir çoğu bozulmuş olarak uyanıyorum.

Herşey trapano ve bonsai midilli'nin sahip olduğu ekstra eski telefonları ile alakası olmayan aklı başında, gelişime açık, yetenekli telefonumun bozulması ile başladı. Cengaver telefonum "tek başıma gitmem" diyerek sim kartımı da yanında götürdü. Telefonumun ve rehberimin olmadığı bu dönem de yaşadığımı anlatamam. Hiçkimseyi arayamamak, arayanların kim olduğunu bilememek, eldeki telefonu kullanamamak vs vs. "Çölde Gezen Bey eğer biri sizi ararsa yurt dışındasınız." şeklinde gelen bir mesajın beni ne derece tırstırdığını ve nasıl rahatsız ettiğinden bahsetmiyorum bile.

Telefon şokunun etkileri henüz daha yeni yeni geçerken bu sefer de Fulya'da ki yaşam kompleksim de isyan çıktı ve kompleks ikiye bölündü. Gece yatarken herşeyin normal çalıştığı evde sabah kalktığımda bazı odaların ışıkları yanmıyor ancak prizleri çalışıyordu. Çalışma odam da ise ne ışıklar ne de prizlerden çıt yoktu.

Yaklaşık olarak 1 haftadır falan klozette bir sağa yatma eğilimi de mevcut ancak bunu teknolojik cenabetlik olarak değerlendirmiyorum. Ancak sanırım dev lcd televizyonumdaki dikine gölge çizgiler bu cenebetliğe dahil edilebilir.

Neyse diyerek şimdilik savuşturuyorum bu problemleri ancak eğer iş ps3'üme kadar gelir ve onu rahatsız edecek olurlarsa siker atarım. Buradan paylaşmak istedim.

Not: Bir süredir hem yukarıda belirttiğim teknolojik saçmalıklar hem de çeşitli iş ve seminer çalışmalarımdan ötürü yazılarım ile huzurunuza çıkamadığım ve sizleri mahsun bıraktığım için kusuruma bakmayın. Attığınız tüm maillere sırasıyla cevap vereceğimi belirtirken bana ve sizlerle paylaştıklarıma karşı beslediğiniz bu sevgi ve alaka için de teşekkür ediyorum.

Not2: Lütfen suda balık'ın şaheserlerini legal olarak, kendisinin koyduğu linklerden edinelim. "Ya çölde gezen sen onun abisisin, seni kıramaz, istesen taşşşanı yalatırsın. Bize imzalı resimlerini ve programlarını edinsen." şeklinde maillerle beni rahatsız etmezseniz sevinirim. Dikkat!!!

27 Eylül 2009

antakya eskişehir elele


gün; tohumlarını bu blogta attığımız kardeşliğimizin meyvelerini aldığımız gündür arkadaşlar! peyotede blogu hayal ederken böyle bir masa niye sadece trapano ile sudaki balık arasında kalsın diye sorduk? bu masa niye antakya eskişehir arasında olmasın? niye bu 2 şehir birbirini tamamlamasın? niye bu 2 kültür merkezi biraraya gelip harikalar yaratmasın? ve aşı tuttu: blogtaki sinerjiyi gören antakyalı ve eskişehirli müdavimlerimiz harekete geçti 26 eylül c.tesi günü....


KARDEŞLİK GÜNÜ

ANTAKYA-ESKİŞEHİR arasındaki Kültürel, sanatsal kardeşliğin Ilk adımı bugün Antakya'da atılıyor... Türkiye Yazarlar Sendikası Hatay şubesi ile Aalen Kültür Derneği girişimi ile “Antakya-Eskişehir” arasında başlatılan “Kültürel-sanatsal” yolculuğun ilk adımında bugün iki kentin kültürel, sanatsal ve ...


... edebiyat dalındaki ünlü isimleri Antakya'da buluşuyor. Bugün ATSO salonunda saat 13.30'da “Frigya ve frigler” saydam gösterisi ve söyleşisiyle start alacak olan kardeşliğin ilk gününde ayrıca “Fotoğraflarla Eskişehir” sergisinin de açılışı yapılacak. Rahmi Emeç'in sunumunu gerçekleştireceği bu etkinliğin ardından yine ATSO salonunda “Karikatür müzesi ve Eskişehir'e karikatür” adlı Ali Baş'ın sunumunda bir söyleşi programlandı. Bugün akşam ayrıca Eskişehir'den gelecek sanatsal kültürel kardeşliğin temsil-cilerinin Rahibe Barbara'nın barış evinde şiir şölenine katılmaları programlanırken gece de Kültür Merkezinde saat 20.00'de Ömer Genç konseri ile Güneş Özgeç Yuğnak'ın katılımı ile viyola etkinliği gerçekleştirilecek. TYS Temsilcisi Mehmet Karasu saat 20.00'deki etkinliği daha önce Meclis Kültür Merkezinde programlamışken son anda etkinliği Kültür Merkezine aldıklarını duyurdu.

SHC


Spontaneous Human Combustion (SHC). Herhangi bir dış etki olmadan yanan insanların oluştuğurduğu vakalara verilen isim.

Wikipedia'da pek çok açıklaması mevcut. Bunlardan bazıları;

- İnsan vücudunun kuvvetli bir elektrik alan barındırması ve bunun yanında metan gazı gibi yanıcı gazları barındırmasının bir tepkimeye neden olması.

- Bu olaya maruz kalan insanların çoğu yalnız insanlar. Bu kişiler, bu eylem gerçekleşmeden önce, bir trans durumuna geçmekteler ve bu "depresif" insanlar vücutta, hidrojen ile oksijenin açığa çıkmasını sağlayan olan psychosomatic işlemine neden olmakta.

- Aşırı alkol almış bünyelerde, gama ışınları veya yüksek enerjili partiküller, kurbandaki hassas noktalarla birleşerek yanma reaksiyonunu tetiklemektedir. Sonuç, "Puff".

Kanıt olarak verilen fotoğrafların hepsinin siyah beyaz olması da garip bir detay.

24 Eylül 2009

ben bu tip şeyler gerekmeden pek öğrenme yanlısı değilim. o yüzden yokum

geçen gün bazılarınıza solidworks kursuyla ilgili bir mail atmıştım. bazılarınız cevap verdi bazılarınız vermedi neyse... ama şu herşeyi foul olan zaphodun cevabı çileden çıkardı beni neymiş :ben bu tip şeyler gerekmeden pek öğrenme yanlısı değilim. o yüzden yokum. muş hassiktir lan. sen kimsin yarak? bıktım şu önkoşullu yaşantınızdan yok işte pilavda tavuksuyu varsa yemem, sıkışmadan sıçmam, gerekmezse konuşmam, şunu dinlemeyip bunu izlerse yalamam yutmam ne bu abi kendinize gelin... yiyeceksin sıçacaksın ulan ne bu ne sanıyorsunuz kendinizi... ne olduğumuzu şöyle söyleyim: hepimizin CVsi aynı gençler inanınki aynı, bakın CVmiz ne kadar değerli:

burada bay/bayan pezevenk/kaltak resmen dalgasını geçmiş benle yani bizle... aradıkları da2yıl tecrübeli mühendis. kaltağa bak "göstermiş olduğunuz güven için teşekkür ederiz.


bide buna bakalım ne aranıyor teknisyen. 2defa teşekkür etmiş, utanmasa "çok alçak gönüllüsünüz" diyecek...
ha zaten yunanistana da çok gerektiği için gittin, mat2 vizesine girmedin... konuşturma beni şimdi... googlea "polonyalı monika" yazsaydın da olurdu. bu arada monikanın fotosunu yollamadın, yollasana

"jerry önkoşullu, newman katalizörlü seinfeld insanı." buna ne demeli? bu ne biçim entry buram buram balık kokuyor. tarzını değiştir.
var ya bütün suçlu o suda balık aslında sıra ona da gelecek...

Shit


Havalı, değil mi?..


Türk gençliğinin bir türlü bırakamadığı "Abi speşıl edişın 2 gibi oyun gelmedi" geyiğinin yaratıcısı need for speed ailesinin son ferdinin bir görüntüsü. Resmin köşesinden de görülebileceği üzere, oyunun adı: Need for Speed Shift.


Hot pursuit olsun, Porsche olsun, SE 2 olsun, hiçbir NfS oyununa sıcak yaklaşamadım "oyunculuk" hayatım boyunca. Beni bilen bilir, Gran Turismo ve Forza Motorsport ile geçirdiğim vakitler bir hayli fazladır. Bu nedenle de, viraja girerken fren noktasını kaçırma derdinin olmadığı oyunlara pek tahammül edemem. Slidelar eşliğinde virajları alıp, süre kaybetmeden yarışa devam etmek, rakibi yoldan çıkardığın vakit ekranın bir noktasında "350 PTS!!" yazması beni genellikle oyundan uzaklaştırır. Burnout benzeri hardcore arcade oyunları bunun dışında tutuyorum tabi. Kategori farklı. Ancak, eğer, bir oyun ısrarla Simülasyon olarak anılmak istiyor, "real driving experience" diye konuşuyorsa, beklentilerimi bir hayli yukarı çekerim.


İşte, NfS serisine yeni bir oyun, bir simülasyonun katılacağını duyduğumda da bunları geçirmiştim içimden..


Daha da uzatmadan konuya girmek gerekirse; oyunumuz(!), zırt diye quick race'e girip oradan Bugatti Veyron'u alıp (evet, kendisi oyunda mevcut) pistlerce çılgınca atabileceğiniz bir oyun değil. Oyun başlar başlamaz direk bir araba veriliyor altınıza, bir tur at da görelim neymişsin ne değilmişsin deniyor ve attığınız turun kalitesine göre size önerilmiş zorluk seçenekleri karşınıza geliyor. Yarış sonunda verilen cüzi miktarda para ile araba alınabilmekte haliyle. Bu noktadan sonra ise oyuna girmiş oluyoruz. Lakin oyuna girmek öyle kolay değil. En sade pistte tek başıma bir tur atacağım demek bile yarışa hemen girebilmeyi garanti etmiyor. Yükleme süreleri, bu tür bir oyunda gördüğüm, açık ara, en uzun süre. Kanser garantili..

Bu noktada belirtmem gereken bir nokta var ki, o da benim bu oyunu klavye ile oynamaya çalışıyor olmam. "Lan o kadar öttün sim oynarım diye, bu muydu olayın yavşak" demeden önce bir soluklanın, ben de o sırada mazeretimi bildireyim. Oynadığım yarış oyunlarının hepsi konsol oyunu olduğundan, gamepad ile güzel güzel oynuyordum. Lakin pek PC Gamer durumum yoktur.. Mazeret bitti, oyuna devam.



Şöyle söyleyeyim.. Bunca yıllık oyuncuyum, bi 3.20'yi yolda tutmakta bu kadar zorlanmamıştım. Neden, çünkü arabaların direksiyonunu klavye ile hızlı bir şekilde çevirmenin bir yolu yok da ondan! Gerçekten şaka gibi.. Direksiyonu tam sol yapıp ardından tam sağ yapmak arasında geçen süre yaklaşık 2 saniye.. Bu durumda karşınıza gelen ilk şikanda ya..ağı yiyorsunuz. Takip eden 10 saniye arabayı düz bir çizgiye sokmakla geçiyor. Lakin, her ne kadar saçma bir durum olsa da, oyunu pek klavyeye uygun yapmadıklarını düşünerek bu noktada fazla durmadım.. Zaten oyunu pause edip ayarlara girince kontrol ayarlarıyla karşılaşmak mümkün değil. Eh, oyundan çıkıp geri girmek de yaklaşık 4 saat sürdüğünden varolanla yetinmek zorunda kaldım.


Klavye ile atılabilecek iyi turları atmaya başladığım zaman oyunun geneli hakkında inceleme yapma fırsatım oldu. Öncelikle, grafikler gayet güzel. Çoğu online ortamda bu oyunun sürekli karşılaştırıldığı, iki yıl önce çıkan Grid'e oranla, haliyle, daha başarılı grafikleri var. Ancak, her ikisini de oynamış bir insan olarak söyleyebilirim ki, grafik Shift'in Grid'den önde olduğu tek alan. İkisinde de benzer türde yarış modları, benzer araçlar ve ne yazık ki benzer bir sürüş modellemesi var. Ancak 2 yaşındaki Grid'in aksine, Shift'te aracın yol üzerinde gittiği, bir yol tutuşun olduğu hissi neredeyse hiç yok. Zaten ilk girilen viraj sonrası bu kabak gibi ortaya çıkıyor. Super Mario Kart vari dönüyor araçlar. Çoğu zaman frensiz ve yanlayarak.



Oyunun genelinde, benim öncelikli olarak bakacağım özelliklerin neredeyse hiçbiri yerinde değil. Yıllarca Gran Turismo 2 oynamış biri olarak, grafikleri kötü oyun oynayabileceğimi biliyorum. Ve işin kötü tarafı bu oyunun tek kayda değer tarafı da grafikleri. Bir de ufak tefek detaylar. Mesela, yüksek hızla giderken bir duvara çarptığınızda ekran bulanıklaşıyor, sürücü aptal oluyor adeta. Ya da kokpit görünümündeyken yol kenarındaki cisimlerin görüntüsü uzuyor. Bunun gibi ufak detaylar var ki oyunun geneline olan katkıları tartışılır..



Ne Grid ne de Shift bir simülasyon oyunu olabilmeyi başaramamış oyunlar. Ancak Grid oynamayı zevkli kılan simülasyon-arcade arası eğlenceli sürüş ne yazık ki Shift'te yok. Ya da iyi saklanmış çünkü ben bir türlü göremedim. Hani derdim alın, kendiniz bir deneyin diye ama.. malum, yükleme süreleri uzun. Değmez..

yeni.

Büyük ihtimalle çoğu insan hissetmiştir bu duyguyu, ama ben uzun zamandır hissetmemiştim..Evet bu yazı, yeni dinlediğim bir grubun bir şarkısı hakkında.Bu grubu daha önceden dinlemiş olup da, "oha nasıl bilmezsin bu grubu" ünlemleri yollamasınlar bana, olabiliyor böyle şeyler. Neyse şarkı, biraz asabi, asabi oluşunun yanında dokunaklı : )terbiyesizce bir asabilik yok bence..Neyse her şarkı,dinlendiği insan kadar duygunun doğmasına sebep olur..Bakalım siz ne hissedeceksiniz ya da daha önceden ne hissettiyseniz, tekrar aklınıza gelecek.Aaa şarkının ne olduğunu söylemedim, archive-fuck u..

Öyle ya da Böyle - 16.9.9

Blogumuzun en güzel alışkanlığı "öyle ya da böyle" ile bir postta daha hep birlikteyiz. Geçen haftanın programını "henüz" upload edebildiğim için hepinizden özür diliyorum. İçinizi rahatlatacak ise söyleyeyim: Bu bir hafta içerisinde öyle şeyler duydum ki... Duyduklarım sorumluluklarımın bilincine varmamı sağladı.

"Bir musibet bin nasihattan iyi" derlerdi bana zaten hep... ama anamın karnında edindiğim ukalalığım benim gözlerimi kör etmiş. Gerçekleri görememişim.

Büyük büyük büyük dedem "Ne yaparsan yap... insanların elinden alışkanlıklarını alma" derdi hep. Ne kadar doğru dermiş... Sigaraya, alkole başlayan mı dersin... aidiyet duygusunu kaybettiği için bunalıma girip evde huzur bırakmayan mı...

Neyseki zaman iletişim çağı... 82 ülkeden fanatikleri olan blogumuzun kitlelerde yarattığı bu yıkım haberini hemen alabildim ve gerekeni yaptım. Buyrun...müptelası olduğunuz kalite... 192 kbps

Öyle Ya Da Böyle / 16.9.9

ps. Görev bilinci ile yanıp tutuşurken haftanın güzelini unuttum mu sandınız siz?
Saf olmayın... hiç unutur muyum bu kadar alışkanlıktan bahsettikten sonra.
Unutmak şöyle dursun...hareketlendirdim bile..
Gülün eğlenin gönlünüzce... her şey geçti...bitti.



fern: (i.) eğreltiotu, aşk merdiveni, füjer (bkz: seslisozluk.com)

22 Eylül 2009

DEMO

Hayatımın en karmaşık ve hem planlı hem de plansız günlerini geçirirken vazgeçmediğim tek şey PS3'üm oldu. Become a Legend feci şekilde bayınca yeni sezonun beklediğim oyunlarına yönelmeye karar verdim. 3 tane demo denedim ve eski alışkanlıkların devam edeceği izlenimine kapıldım.

FIFA 10


Bu seneki Fifa pekçok kişi tarafından övülünce ve Pes 2009'dan herkes gibi memnun kalmayınca bir deneyeyim dedim. Öncelikle Pes'e bu kadar alışınca Fifa'nın herşeyini çok garipsediğimi belirteyim. Ancak daha sonra alıştım. Baya bir noktayı beğendim aslında. Animasyonlar, skill moves, top sektirebilmek vs vs güzel. Ama yok, ne kadar sabır ve hoşgörü ile yaklaşsam da olmuyor. Yine canım sıkılsa da, küfür de etsem PES PES PES.

NBA LIVE 10

Öncelikle demo tamam anladık da en azından bir maç yapmaya izin ver arkadaş. Sadece Orlando Magic - LA Lakers maçının 2 periyodunun oynanabildiği Nba Live yine olmamış yine olmamış. Bir kere fiziksel modellemeler hiç de iyi değil. Tipler Nba 2k'nın çok ama çok gerisinde. Nba yıldızlarının bir hangarda toplanması ve hepsinin antreman yapması tuşları öğrenmek için faydalı da olsa, maç sırasında tek tuşla Nba 2k'de olandan çok daha fonksiyonel bir taktik sayfasına (oyunculara özel) ulaşılabilse de yine olmamış. Nba 2k10'in bulunamadığı şehirler için bir alternatif olmanın ötesine geçemiyor.

NBA 2K10

En iyisi arkadaş, en iyisi. Oynadığım demo asıl oyuna hazırlık manasında çıkarılmış olan Nba 2k10 Draft Combine'ın demosu. Yani dıdının dıdısı. Ancak heyecanlı a dostlar. Nba Live için
söylediğimi bu demo için de söyleyebilirdim ama dediğim gibi dıdının dıdısı konumunda olunca
demoda sadece tipinizi yaratıp 4. periyodu oynayabiliyorsunuz. Kameranın size odaklı olduğu bu oyun ciddi bir heyecan vaat ediyor. İlgisi olanlar mutlaka edinmeli, edinmeye yardımcı olma sözü verenler bu sözlerini unutmamalı.

bayram kupası


1-trapano(lazio) 4maç 6puan
2-sahtejapon(fiorentina) 4maç 5puan
3--2(a.madrid) 4maç 5puan
*turnuvanın yıldızları rocchi ve manfredini seçildi.

20 Eylül 2009

YASSSSAAAAG ARGADAŞIM

Eliyle Türk gençliğinin aletlerini sıvazlayan bilirkişiler bildikleri tüm erotik ve pornogrofik içerikli siteleri sıradan kapattıktan sonra sıra Youtube'a gelmişti. Ahanda şimdide, benim pek bir kullandığım siteler olmasalar dahi, Myspace ve Last.fm kapatılmış.

Sırada blogger olduğu konuşuluyormuş.

Sizin cibilliyetinizi de, ahlakınızı da, karakterinizi de, yaptığınız işi de, demokrasi ve özgürlük anlayışınızı da sikeyim.

19 Eylül 2009

kısa kısa



"söz konusu olgu 2 şekilde incelenebilir; ilk olarak, ülkeyi içteki karmaşadan kurtarıp başına diktatör olmak olarak algılarsak sanırım zaten olması gerekenin bu olduğu pek yatsınmayacaktır. çünkü iç savaştan dibe vurma noktasına gelmiş bir ülkeyi, yine kendi içlerinden biri çıkıp, her ne şekilde toparlarsa bir gün sonra "ben çok yoruldum arkadaş haydi bana eyvallah, ben yazlığa gidiyorum" diyip kendi haline bırakırsa o ülkeyi,..."
bu sözler ekşisözlük denen siteye yeniden yazar olan zaphoda ait. devamı tabiki var ama buraya kadar okusanız yeter. sözkonusu adamı bu gereksiz siteden kurtarmaya çalışacagım. ancak önce cezayı kesmemiz gerekir. adam hatalı, evet tekrar kabul etmesi kadar daha büyük bir eziklik yok evet. ama tek hatalı o değil. enaz onun kadar hatalı olan diger kişi ise suda balıktır. en kısa zamanda bu 2insanı o siteden attıracagıma söz veriyorum.

2.konumuz ise postun resmiyle ilgili, "dancer in the dark" orjinal, bandrollü, DVDsi satıyorum. björk'ü sevmeyebilirsiniz, ama müthiş finaliyle inanılmaz etkiliyormuş...

3.konumuz aşağıdaki kelimelerin anlamını bilen ilk kişi " cezayayi.com'un fenerbahçeli yazarlarından, herkesyaziyorun yöneticilerinden trapano ile birlikte fenerbahçe-ibb maçını şükrü saraçoğlunda maraton alt tribününde izleme şansı " kazanacak. napayım o maçı demeyin, ligteki tek amacı futbol oynamak olan ibb'yi hiçbir tribün baskısı olmadan türkiyenin en iyi stadında izleme fırsatı( ulan fenerbahçeli bi yazar ben olmasam, bunları yaparmıyım).

hıbs

may

karayib bissayni

lahmi bissayni

sahhale kalbek

halleak bittilek

Al Hadi Al..

Sıcak yaz günlerinden boktan sonbahar havalarına girer gibi yapıp durduğumuz şu günlerde, anladığım kadarıyla hiçbir blog yazarının hayatında ilgi çekici şeyler gerçekleşmiyor. Yani şahsen, bende durum bu. Evde otur otur akşamı et. Yazacak şey de çıkmıyor nitekim. Yunanistan'a kanser bir maç sonunda yenildik ama o maçın da tamamını izlemedim zaten, sonuca dayalı maç yorumu yapmak da istemiyorum. Neyse, bütün bu amaçsızlığımın derinliklerinden size bir link yolluyorum.

LİNK

Kötü bir espri gibi görünen bu hareketimden sonra belirtmek isterim ki, bu link, bünyesinde sizi yaklaşık olarak 15 dk kadar oyalayabilecek bir oyun barındırmakta. Skorum 80 (Edit: 90). Ötesini göremedim. Deneyin, görün.

15 Eylül 2009

22 TÜRK BÜYÜĞÜ


Bu postta fazla söze gerek yok... saygılar

Hidayet Türkoğlu

Bunca yıldır ne futbolda ne de basketbolda bu adamın bana yaşattığını yaşatan başka bir Türk olmadı. Sakatlığından ötürü belki İspanya ve Sırbistan maçlarında (özellikle de Sırbistan maçında hücumda çok kötü olmasına rağmen savunmada muhteşemdi.) iyi oynamadı. Genel olarak ne takımın en skoreri ne de rebound kralı olmadı. Ancak bu adam çok farklı birşey yaptı ve yapıyor.

Hayatımda ilk kez milli takımın diğer takımlar tarafından çekinilen bir takım olduğunu bu kadar açık hissediyorum. Elbette ki bunda diğer oyuncuların, Ersan ve Ömer Aşık başta olmak üzere, katkısı tartışılmaz. Ancak bunun ciddi şekilde hissetmemi sağlayan Hido'dur. Evet ilk kez bizim de bir süperstarımız var. Maçta sıçmasına rağmen karşısındakilerin titrediği bir oyuncuya ilk kez sahibiz. Takımın bu kadar iyi olmasını, diğer oyuncuların bu denli öne çıkarak oynamalarını sağlayan, takım oyununa adapte olan, ortaya çıkmaya çalışmadan takımı kontrol eden gerçek bir yıldız.

Beni bilenlerin, bilmeyip de buradaki yazılarımı okuyanların hepsi zaten bilir benim Hido sevgimi. NBA'de iyice parladığında veya final oynadığında değil, en baştan beri sevdiğimi. Amcam yok ama olsaydı Hido kadar sevmezdim. Abim veya kardeşim de yok ama olsaydı eminim ki tercih yapmam gerekse sorun yaşardım. Sanırım bunu en iyi Suda Balık bilir ve Trapano anlar.

Neyse, postun özü;

Teşekkürler Hido. Olmayan amcandan daha fazla seviyorum seni.

NOT: NBA bitti rahatladık diyenler için kabus gibi bir post olmuş olabilir. Bilerek başlıktan olayı belli ettim ki fazla rahatsız olmasınlar.

13 Eylül 2009

alex


suda balık'ın dediği gibi blogun belli bir amacı yok. işte bazen geriye dönüp "ulan dur bakayım neler saçmalamışım" diye bakmak için işe yarar. ama bu postu ne zaman okuyacak olsam bile saçmaladığımı düşünmeyecem. 20 yıl sonra oğlum kral "baba bazen alexi benden daha çok sevdiğini düşünüyorum, nasıldı biriydi bu adam?" gibi bir soruyla geldiğinde "ulan şüphen varsa bak senin için bir şey yazmışmıyım" diyip bu postu okutacam. alexim ya iyiki varsın, iyiki izledim, iyiki fenerbahçeye gelmişsin be! yav bugun ne top oynadın öyle, nasıl topu o köşeye bıraktın koçumsun. kızım olursa oğluna veririm yemin ediyorum kızım istemese bile veririm. kaptanımsın ya, hakeme itiraz edişini seveyim lan! gol sevincini seveyim lan!

12 Eylül 2009

tey tey teyy..

Yeni taşındığım evimde, tek halledemediğim konu internetti. Nerdeyse her şeyi hallettim ama internet naklini falan da yapmama rağmen, bilgisayar ekranının sağ alt koşesindeki arka arkaya duran bilgisayarları bir renklendiremedim. TTnetle konuşmalar, bilgisayar bilen insanlara danışmalar,yeni modem alma çabaları...allahım belki de haftada sadece 1saat için kullanabileceğim bir internet için bir ömür uğraşmaya hazır bir savaşçı gibiydim 1buçuk aydır. Ama sorunu hiç kendimde aramadım, hep ya ttnette ya modemde ya bilgisayarda ya da başka insanlarda..Dün gece içkili bir gece sonunda, eve bir kaç kişi ile eve gelindi. Bilgisayarın internetsiz haline bir daha bakıldı ve sorunun benim kabloları yanlış bağlamamdan vuku bulduğu tespit edildi..Bu anlamsız paylaşımın anlamsız ana fikri: Arkadaşlar! Etrafınızı suçlamadan, fevri çıkışlar yapmadan önce sorunu ilk önce kendinizde arayın..Aman yarabbi neler söylüyorum ben, bu kadar yazarı olan, artık postları 100küsürlere ulaşmış bir blogda böyle paylaşımlar da bulunduğum için, yönetimden özür diler,bu yağmurlu günlerde hiçbirimizin vefat etmiş bir yakınının mezarının kaymamış olmasını dilerim..mutlu cumartesiler.

Not: Stajıma başladığım şu günlerde, "trafik cezalarına karşı itiraz dilekçesi" hazırlamakta üstüme yok. (iddialı oldu, biliyorum o yüzden siz yine de bu konuya ilişkin soru sormayın.)

11 Eylül 2009

İyi Yedik

Yanından geçen herkesin dönüp baktığı o yanarlı dönerli koca tepsinin gelip bizim masamıza konduğu an, hesabın ciddi bir miktar olacağını anlamıştım.. Ama o andan sonra "Abi bana yanağından bi çatal versen yeter" diyemeyeceğimden, olayın tadını almaya baktım. Ki belki de bu nedenden dolayı bana o kadar güzel geldi lagosun tadı.

Gümüşlük'te akşam yemeği yemeden geçirdiğim 2 ayın sonunda, kendime bir kıyak yapmaya karar verip Bodrum merkezde sahilde bulunan restoranlardan birine gittim. Yanında fiyatı yazmayan içki menüleri, denize 1m mesafede konumlanmış masalar, yemek menüsünü getirmeye bile tenezül etmeyen garsonlar zaten gecenin sonunda gelecek hesap hakkında bir fikir sahibi olmamı sağlamıştı. Bu nedenle de, madem girecek, tam girsin diye düşünerek 1 şişe şarap ve tuzda lagos söyleyerek kaderimizi kasiyer arkadaşın ellerine teslim ettik.

Japon turistlik yapıp fotoğrafını çektiğim balığın tadı muhteşem, çoban salata tam olması gerektiği gibi, şarap da tam kıvamında, buz gibi idi... Ve bütün bunların akabinde biz, iki kişi, gelen 219 TL'lik hesabı ödedik ve hayatının her gününü restoranlara para saçarak geçirmeyen her Türk gibi biz de yemekten kalktıktan sonra "Amaan, zaten kırk yılda bir yapıyoruz şöyle birşey.. nolucak" diyerek mekandan uzaklaştık.

Lagos on numara balık.

Öyle ya da böyle - 26.8.9 / 9.9.9

















Birkaç haftadır sesim soluğum çıkmadığı için rahatlayanlar; "Gitti galiba.. Çıkabiliriz artık" diyenler var aranızda.. Biliyorum.

"Müzik aşığı", "Öyle Ya Da Böyle fanatiği", Herkes Yazıyor tutkunları merak etmesin. Acımasız eleştirilere, bitmek bilmeyen aşağılamalara rağmen hiçbir yere gitmedim ve gitmeye de niyetim yok. Bu yola baş koyduğumda her türlü duruma hazırlamıştım zaten kendimi..artık ego falan hak getire.

Bu meydan okumadan tahmin edebileceğiniz üzere benim gayet içime sinen; biri anonslu biri anonssuz son iki programı kaliteden ödün vermeksizin (192 kbps) paylaşmaya karar verdim sizinle:

Öyle Ya Da Böyle / 26 Ağustos 2009
Öyle Ya Da Böyle / 9 Eylül 2009

Aslında lafı uzatmaya hiç gerek yok. En güzel söylemi Metro-Goldwyn-Mayer "motto" diye bellemiş çoktan: "Ars gratia artis" demiş. Sanırım onun izinde gitmek lazım bu postta yoksa bir yere bağlamam mümkün olmayacak.*

*Haftanın güzel kızı; Inglourous Basterds hatrına Lea Seydoux olsun dedim..
Oyumu ise her şeye rağmen şemsiye taşımayanlara veriyorum.

Tanımlanamayan Yeme Alışkanlıkları

Blogumuz "carnivor", Türkçe çevirisi ile "etçil" bir blog (Vejetaryen sözcüğünün bir karşıtı henüz tanımlanmamış. En yakını bu.) Sadece et yiyerek yaşayan insanlar var aramızda. Ben ise Lilapause'nin Vejetaryenizm postundaki şımarıklığı "asla" yapmamış biri olarak safımı bir türlü tanımlayamamışımdır. Nice carnivor, vejetaryen, vegan yanımda heba olmuştur ve olacaktır. Buradan kendilerine selam ediyorum.

Bu tanımsızlığın verdiği gazla (ki ciddi bir miktar değil) kendimi tanımlayayım istedim ve insanların yeme alışkanlıklarını araştırmaya verdim (15 saniye). Tanımı uzun uzun yazmaktansa Venn şeması şeklinde sunmayı uygun gördüm.
Mühendis adayı insanız. Grafikler anlatsın bizi:


Bu grafiği anlamak için tanımlanan grupların "yemediği şeylerin ortaklığını" hesaba katmanız gerekiyor. "Bu "laktovejetaryen" geyiği ne?" diyorsanız eğer onları ben de olarak tam anlamadım. Kendileri hayvan derisi ile muhattap olmayı sevmiyorlarmış. Günlük hayvansal besinleri tüketebiliyorlarmış. "Ovo" olanlar ise et olayına "deri dışında her türlü gideri var" şeklinde yaklaşıyormuş.

Grafik ile bir şeyleri fark etmek çok daha kolay hakikaten. "İşimin ne kadar zor olduğunu" fark ettim mesela. Ben burada bencilliğimden sıyrılıp "çok acı çektirdim" diyorum ama ben de çok acı çektim. Tanıştığım her yeni "anne" bana dayanılmaz acılar çektirdi. "Şımarıklık" gözü ile bakılan yeme alışkanlığım birçok ev hanımını depresyona sürükledi. "Şuyum" diyerek aradan sıyrılamamam beni "Şüphen varsa yemiyorumdur" gibi abuk teoriler üretmeye itti.

Şu hayatta yemeğe(sütlü tatlılar hariç) değer veren biri olmadım. Hayatımın sonuna kadar aynı şeyi yiyebileceğimi ise defalarca kanıtladım. Sağlık argümanı ile karşıma çıkanlara ise gülüp geçiyorum. Bu bir tercih değil çoğu zaman... o yüzden kişiliksiz insanların kıro yaklaşımları ile terimlerin içini boşaltmayalım boşuna...Bana lazım değil ama birilerine lazım olabilir.

Edit:
Gece yarısı okuduğumu anlamamışım. Gerizakalılık biraz baktığım sitede de var gerçi.. neyse laktovejetaryenler yumurta dışında günlük süt ürünlerini tüketen insanlarmış. "Ovo" olanlar ise yumurta da yiyorlarmış. Et falan yok yani. Bildiğin vejetaryen. Grafiği de düzelttim. Affola!

10 Eylül 2009

dünya kupası türkiye değildir


a milli takımın oynadığı maçlardan oldum olası zevk almam. zevk alır gibi yaptığım son maç 2002de dünya kupasına hasan şaşın golünde yanımdakilerin aşırı sevinç gösterilerine ayak uydurduk işte. o maçta rüştünün kurtarışlarından daha çok keyif almıştım bu adam fenerli diye( allah onun yüzünü güldürmesin). neyse dün fatih terimin şansı yoktu ve maç berabere bitti. böyle dedim çünkü milli takımın herşeyi şans ama herşeyi. attığı tüm goller şans. neyse dünya kupasında türkiye yok diyebiliriz artık. bu çok da kötü bi durum degil, dünya kupasının gediklisi de degil türkiye. bir arjantin bir italya bir brezilya bir meksika gibi degil, dunyada aaa türkiye yok demezler bence. haziran ayında kızlar türkiye tişörtleriyle dolaşmayacaklar bu sevindirici, futboldan keyif almayan kıl adamlar da maçları takip etmeyecek bu da iyi yani meydan sahiplerine kalıyor yani bizlere. 8.5 yaşında tanıştım dünya kupasıyla, yazlıktaki çim sahada kim varsa gazinoda maç izliyordu hep beraber, kız mız yok, asıl toplar da kızlarla kagıt oynarlar o sıralar. herkes sempati duyduğu takımı tutuyordu. 94de 98de 2002den daha keyifliydi benim için. gerçi ikisinde de boynum bükük ayrıldım, 94 italya, 98 italya meksika arjantin...

şimdi iddaa kuponlarını yatırır, giyerim meksika formamı, açarım tvyi ne maç varsa izlerim, yanında da tuborg(özellikle tuborg dedim efesten turnuva birası olmuyor), dünya kupasının anlamı budur benim için. güzel bir maç olur dışarda izlersin yanında sahadaki oyuncuları bilen adamlarla bu ayrı bi keyif. dünya kupası budur...

9 Eylül 2009

TEK EKSİK DE TAMAMLANDI

Hayır hayır Google Translate'den bahsetmiyorum. Tamamen bizzat kendimde bulunan eksiklikten bahsediyorum. Hikayeyi kısaca aktarayım;

Üniversite'nin 3. yılının 2. yarısında başlamıştı ben de ki bu durum. Çok tepki ve küfür işitmeme sebep olmuştu. Hala daha da linç etmeye çalışanlar vardır beni. Bu ne benim inanılmaz kaslı vücudum, ne para dolu ceblerim, ne yanımda fır dönen celebrityler, ne de ucu açık bir şekilde hızla ivmelenen kariyerim değildi. Tek bir sebebi vardı bana karşı beslenen bu nefretin; SEFA PEZEVENGİ olmam.

Evet, yaklaşık 3,5 - 4 yıldır öyle kral bir şekilde evde takılıyorum ki insanlar adeta çıldırıyorlar. Sabah 4'de yatıp öğlen 11 gibi kalkıp, istediğim gibi dizi izleyip istediğim gibi playstation oynamamı, istediğim yerde istediğim saatte olma özgürlüğümü kıskanıyorlar. (Bu arada belirtmem gerekir ki Yıldız Teknik adlı saadet yuvamdaki mesaimi hiç aksatmamışımdır. Bunun sebebi de Tonoz adlı büfenin işletmeciliğini almam ve patron ciddiyetini iliklerime kadar hissetmemdir.) Neyse dediğim gibi çevremdekiler işe, okula, kursa, ota boka gitmek, yetişmek zorundayken ben rahattım. Tüm NBA maçlarını izledim. Elimden geldiğince de, bana yönelen pis tepkilere rağmen, son dönemleri burda sizlerle paylaştım.

Dışarıdan herşey çok güzel, güllük gülistanlık diye düşünülürken benim içimde bir sıkıntı, bir arayış vardı. Hep bir yanı eksikti yaşadıklarımın. Ne zaman Şişli'deki köşkümde ayaklarımı uzatarak sallanan koltuğuma otursam ve karşımdaki dev ekran full hd lcd tv'me baksam içimde sebepsiz bir cızzz sesi duyulurdu. Ne olduğunu 3 gün öncesine kadar bulamamıştım. Ancak şimdi
herşeyim tamam. TEK EKSİK DE TAMAMLANDI.

Evet, meğer yıllardır eksikliğini hissettiğim şey çizgili pijama imiş. Bu postu yazarken giydiğim bu çizgili süper şey beni tamamlayan en önemli şeymiş meğer. (Elbetteki 12 yıllık Joe Cool t-shirt'üm ile. Joe Cole değil aman yanlış olmasın. Nefret ederim ibneden.) Artık herşey çok daha güzel, hayat daha renkli benim için.

Neyse, aşağıda Amerika'nın Kuzey Dakota eyaletinde ikamet eden bir arkadaşımın çizgili pijamam ile çekilmiş bir fotoğrafım üzerinden yaptığı resim çalışması görülmekte. Siz düşünün artık zevki, sefayı.

8 Eylül 2009

yepyeni bir hizmet daha!


kolej yıllarından beri birlikte olan 4 zeki maceraperest arkadaşın beyin fırtınaları sonucu riskli bir karar alarak kurduğu bir blog herkesyaziyor...arkadaşlar 100ü aşkın postumuzla artık gerçek bir blog olduk. yönetim olarak sadece lafta yönetici değiliz. her ay sonunda web istatistiklerine göre durum değerlendirmeleri yapıyoruz. sizlerden gelen eleştirileri dikkate alıyoruz. en son olarak baş sponsorumuz selim makinanın websitesini yeniledik isteğiniz üzerine...anketler düzenledik, sonuçlara göre yıldız transferler gerçekleştirdik(lilapauseye tşk ediyoruz buradan). istatistikler bizim için önemli demiştik. sadece türkiyede değil uganda, finlandiya, nepal gibi ülkelerden de izleyicilerimiz oldugu için onları da düşünmek zorunda oldugumuzu biliyorduk. çölde gezen gibi bir yazarı her ne kadar çeviriyle olsa okumanın zevkini dünyaya niye yaşatmayalım dedik. ve blogumuza google çeviri hizmetini başlattık, hayırlı olsun...

6 Eylül 2009

Yakışıklı Metalürjist

Billboardlarda, otobüslerde İstanbul'u turladığı yetmezmiş gibi.. Hey Girl ile yazılı basın dünyasına da adım atan -2 (C.K.) , macerasına ülkemizin en büyük gazetesinde devam ediyor.

"Yeter abi!! Yüzünü görmekten sıkıldık." dedikçe daha da coşan blogumuzun yakışıklı yüzü, badanacısı, minor celebritysi -2 (C.K.)'yi ünlü gazeteci Ayşe Arman'ın tanımlaması ile okumak isteyenler şöyle buyursunlar:

Seksi "-2" fotoları için tıklayınız

ps. "Kendisini görmeden yapamıyorum" diyenler ise bugünün Hürriyet gazetesini veya bu ayın Maison Française dergisini alarak bu isteklerini biraz olsun bastırabilirler.

3 Eylül 2009

bunu yedim


bu postu çok önceden yazmam gerekirdi. neden şimdiye kaldı bilmiyorum. -2 ve arkadaşım burak'ı aylardır taciz ettim. -2 hava attı, burak elinden geleni yaptı... yaz okulunun son günlerinde yaşadığım devamsızlıktan kalma kabusunu polimer raporlarla çözmemi sağlayan burak'a kralından bir yemek ısmarlamak istedim. edirne'den gelen m.aliye( sağolsun o da poliamid bir rapor ayarladı ancak pskiyatri diye kabul edemedim) de güzel bir yemek yedirmek için dükkan kasabı seçtik. mekanın ambiyansi müthiş, uzun geniş masalar, dry aged kesilmemiş etlerin bulundugu reyonlar off off... garsonlar çok kafa adamlar, yalnız ilk kez geldiğini söyleyince affetmiyorlar. halkla ilişkilerci hanımefendi çok guzeldi ona da bir off... menüye bakınca pek bir kararsız kaldık. sonra şefden bize yardım etmesini istedik. masayı donattı sağolsun. yeşil salatayı pek sevmem ama burak iyi sosladı harmanladı güzeldi. kendi yapımları hardalları wasabiyi andırdi bana. keskin ama uzun sürmeyen bir acıydi. el yapımı sosislerinden milyon tane yiyebilirim. jambonları olağanüstüydü. ben resimdeki azla orta arası pişmiş canavarı beklerken yanımdaki vizyonsuzlar çok pişmiş bonfile söylediler kendilerine...ana yemekler geldiğinde fırınlanmış patateslerde gelince keyif dörtdörtlük oldu. genelde bıçak kullanmayan ben o gün bıçağı hattori hanzo gibi kullanıyordum. etin dışından merkeze doğru olan renk değişimi yaaaww inanılmaz... affetmeyen garsonlar bizimkilerin aklına girmişti bi kere tatlı yedireceklerdi. önce kahvemizi söyledik sonra tatlı geldi... kahvenizi yudumlarken koca bir bitter çikolata kütlesi getiriyorlar ve alın bıçağınızı parçalayıp yiyin bu sizin hakkınız dediler eyvallah dedik... tabi artık kahvenizi yudumlarken kafanızda ufaktan bir fiyat hesaplaması yapıyorsunuz. tabi her masada görünce ikram sandığınız şeyleri hesaba katmadan... tatlı olarak üzerine nar ekşisi dökülmüş ananas ızgara geldi. direkt portakal verselerdi daha iyi olurdu...fiyat 212tl olunca gençler dediki

-abi sen ısmarlamıyorsun alman usulü ödüyoruz?

-ja absolut, was brust?(türkçeyle) dedim...

pos makinaları çalışırken kötü oluyorsunuz, mekandan çıkarken yok yok iyiydi diyorsunuz, arabaya binince antakyanın gözünü seveyim, resmen kazıkladılar diyorsunuz... eve varınca iyi oldu denedik demekki gidilmezmiş diyip nargilenizi içiyorsunuz, eger çölde gezen isterse kyk kredimi onun için harcayabilirim...

!!!! DALYA !!!!

100

99 olan post sayısını görünce dedim ki Genç Semih'ten Fırsatçı Semih'e terfi eden Fb'li veteran Semih gibi ben de fırsatçılığımı göstereyim ve DALYA'yı ben yapayım.

Evet sevgili yöneticiler, yazarlar, "3" izleyici ve trapano; bloğumuz bu post ile 100. postuna kavuştu hepimize hayırlı ve uğurlu olsun. Yepyeni bir bayan yazarın kadroya katılması ile büyüyen ailemiz eminim ki o eski ihtişamlı günlerine hızla dönecektir.

Ve evet postun sonunda bloğa sıkça 31 malzemesi arayarak veya "denizde yüzen erkek pipisi" gibi aramalarla teşrif eden sapık veletlerin akınını arttırmak için diyorum ki;

Kız olsam Kenan İmirzalıoğlu'na verirdim arkadaş.

Not: Yönetim: "Bu bizim işimizdi sen neden bu işe karışıyorsun?" derse üzülürüm ancak saygı duyar postu imha ederim.

1 Eylül 2009

rutin

- Sabah kalk, duş al.

- Dükkana git, kahvaltı et.

- Masaları aç, peçete katla.

- Saati öğlen et, denize git.

- Denize gir, güneşlen.

- Dayanama, bir bira söyle.

- Sıcaktan bunal, tekrar denize gir.

- İkinci birayı iç, ve kumsalı terket.

- Dönüş yolunda dayanama, bi dondurma al.

- 10dk yürü, susa.

- Dükkana ulaş, ulaştığına pişman ol.

- Alt bahçeyi aç, terle.

- Duş al, akşama hazırlan.

- Akşam servisi başlasın, koşmaktan bir hal ol.

- Servis yavaşarken alkole başla.

- Bir votka ile yetineme, ikinciyi iç.

- "Bi biram vardı, gelmedi!" diye barmeni kazıkla, biraya dön.

- Geceyarısı olsun, dükkanı kapamaya başla.

- Kapattıktan sonra eve mi aşağı mı gitmeye karar ver.

- Kitleyle beraber aşağı in.

- Hergün aynı insanlar, neden geliyorum ki buraya diye düşün, ertesi gün yine gel.

- Bülent Üstün anlatsın, sen ve diğerleri dinlesin.

- Uyku düşüncesi aklına girsin, eve dön.

- Yat, uyuyama.

- Oda arkadaşın olan alık ibneyi gırtlağından vurmak iste.

- Sinirlendiğin için uykun kaçsın, uykun kaçtığı için iyice sinirlen.

- Yavaaşşça uykunun hapsine gir.

- Yeni bir sabaha kalk, duş al...


Olayım bu. 1,5 aydır.

blog neden yavaşladı dedik


cevap verdiniz; sonuçlara bakarak bir değerlendirme yapalım.

3kişi ben hariç yöneticilerin hatası demiş: öncelikle sağolsunlar, evet gerçekten benim hatam değil. ancak yöneticilerin elinde olmayan hatası olarak düzeltmeliyim. bu muhteşem blogu birlikte kurduk. ancak şu an birlikte değiliz. blogun ihtişamli eski günlerine dönmesi için yöneticilerin ve yönetime yakın isim çölde gezenin peyotede bira içmesi gerekiyor.

3kişi bayan yazarların hatası demiş: bayan yazarların dışarıda insanlara herkesyazıyorda yazarım diye hava atmaktan baska bişey yaptıklarını sanmıyorum. belki oy bile kullanmadılar. söz hakkı verdik kullanmadılar. bilmiyorum onlara referans olup bu mevkilere getirenlere mi sinirlenmeliyim.

3kişi yaz aptallığı demiş: belki de gerçek neden...

1kişi zaphod demis: zaphod hatadır errordur ama genel bir hatadır. blogun yavaşlamasının asıl nedeni değil nedenlerinden biri olabilir. böyle düşünene saygı duymak gerekir.

1kisi kömürün hatası demiş: blogu tasarlarken fikrimizi paylastığımız, çok büyük katkıları olabileceğine inandığımız kömür ne yaptı? hiç! yönetimdeki arkadaşları kömürün yoğun olduğunu söyleseler de bana pek mantıklı gelmiyor. sinema salonlari boş, kriz var, ne bitmez bir film yapıyorsun arkadaşım. iznin yokmu? internete her yerde girebiliyorsun. -2 ye bak işi düşünce herzaman bizlere mail atabiliyor.

kimse yanlış transfer dememiş: doğaldır fenerbahçede oyunculara soralım seneye kim gitmeli diye hepsi bu takımı hakettiklerini söylerler. aragones de iyi hocaydı kan uyuşmadı.

post giriş sayısında bir yavaşlama oldu evet, ancak bizleri bırakmayan okuyucularımıza, anketimize katılan izleyicilerimize, tesadüf eseri blogu ziyaret eden sapık gençlere teşekkür ediyorum ve garanti ediyorum blog toparlanacak! buarada genç sapık arkadaşlarımıza tavsiyem googleda arama yaparken etiketleri iyi seçmeleri...

Herkes Yazıyor  © 2009